02/07/2014
Ciğerlerini yakan nefes burnunu sızlatmaya başladığında, kalın gövdeli ağaçların arasına saklanarak nefes almaya çalıştı. Günlerdir ormanda koşuşturuyor, hayatını kurtaracak biri olmadığı için bunu küçücük haline rağmen kendisi yapmaya çalışıyordu. Gök öfkeyle gürüldedi aniden. Korkuyla sıçrayıp bakışlarını koyu gri gökyüzüne kaldırdı. Bulutlar birbirine çarpıp duruyor, karanlık hava belirli aralıklarla gürüldeyerek aydınlanıyordu. Birileri Tanrıları fena halde kızdırmış olmalıydı.
Bakışları her an savaşmaya hazır halde bekleyen bedeninin aksine tedirgince ağaçların arasından ormanı taradı. Ürkek bir ceylan gibi duruyor, büyük ağaçların ufak bedenini kamufle etmesini umuyordu. Yorgun ve açtı. Üstelik üstü başı çamura bulanmış, kıyafetleri yırtılmıştı. Annesi onu bu şekilde görse kesinlikle azarlamadan duramazdı. Bedenini yanında kalan ağaca yaslayıp yorgunlukla yere çömeldi. Ne yapacağına dair hiçbir fikri yoktu. Sadece kaçmaya ayarlanmış bir oyuncak gibiydi. Savaş, kaç, kaç, savaş. Şayet bir gün bunlardan birini yapmazsa başına neler geleceğini tahmin etmesi güç değildi.
"Burada olduğunu biliyoruz ufaklık." biraz uzağından gelen alaylı sesle bir anda vücudu dikleşirken, korkuyla ellerini kendi dudaklarına bastırıp ayaklandı. En ufak bir nefes sesinin bile onu ele vereceğini biliyordu. "Hadi ortaya çık ve birlikte oyun oynayalım." onu bir adım önde tutan şeylerden biri diğer çocuklar gibi olmayışıydı. Birçok şeyin farkındaydı -bu farkındalıkları edinmesini hayatının cehenneme dönüşüne borçluydu- ve bu numaralara kesinlikle kanacak biri değildi.
Ağacın arkasından sesin geldiği yöne bakmaya çalıştı. Nerede olduklarını göremiyordu. Bu sırada küçük bir damla su düşüverdi toprak lekeleriyle dolu yanağına. Ardından aynı damlalar toprağa, ağaç dallarına düşmeye başladı. Yağmuru seviyordu.
"Hadi ufaklık." dedi adamlardan biri. Göremiyor olsa da artık seslerin sahiplerini ayırt edebiliyordu. Bu ses diğerine kıyasla daha iri kıyım olandan çıkıyordu. Turuncu saçları, yanaklarında tane tane benleri vardı. "Biraz daha ortaya çıkmazsan seni yakalayıp canlı canlı yiyeceğim." dedi öteki. Kısa ve sessiz biriydi ancak diğerine göre daha ürperticiydi. Kaçmak için plan yaparken elini cebine daldırıp bir şeyler aramaya başladı. Orada bir yerde olmalıydı.
"Kaç gündür bu aptal veletin peşinde koşuyoruz. Onu götürdüğümüzde iyi bir ödül almazsak bütün köyü ateşe vereceğim." kendi aralarında bir şeyler konuşmaya başladıkları sırada, cebinde eline gelen şeyle sevinçle yumruğunu salladı. Küçük okyanus mavisi bir yuvarlaktı avuç içinde duran nesne. Tıpkı bir bilyeyi anımsatıyordu.
'Yalnızca acil durumlarda kullan' denilerek verilmişti bu ona. Tam da yerinde kullanacaktı. Küçük cismi iki elinin arasında ovalamaya başladı. Gerginlikle etrafını kolaçan etmeyi de ihmal etmiyordu. Bilyeye benzeyen cisim ısındıkça ısındı, tenini kaynatmaya başladı. Tam zamanıydı.
Hala yerlerini görebilmiş değildi bu nedenle seslerini takip ederek atacaktı. "Bu kadar yeter gidip onu geberteceğim." kısa olan dişlerini sıkarak konuştuğunda, sırıttı ve cismi sesin geldiği yöne doğru fırlatıp koşmaya başladı. Arkasına bir an olsun bakmıyor, nefesini düzgün tutmaya çalışarak bacaklarına yükleniyordu. Kaçmalı ve kendini kurtarmalıydı. Bunu tüm ailesi için yapıyordu.
Arkasından gelen acı dolu iniltiler hedefinin doğru olduğunu onaylarken, cesareti arttı ve daha hızlı koşmaya başladı. Zihninde dönüp duran tek bir kelime vardı.
Koş.
Rastgele geçtiği ağaç araları arkasında birer birer uzarken, tökezleye tökezleye koşmaya devam etti. Ciğerleri yanıyor, düzgün nefes alamıyordu. Gözleri sulanmaya başladığı esnada gök bir kez daha tüm şiddetiyle gürüldedi ve bu onu korkutup yere düşürdü. Tam dizinin üstüne düştüğü için acıyla kalakaldı olduğu yerde. Canı yanarken dahi ses çıkarmamaya çalışıyordu ancak bu çabanın hiçbir kazanç sağlamadığını omzundan tutulduğunda anladı.
Korkuyla arkasına baktı. Pis sırıtışlı adam, gözlerinin önüne düşen turuncu tutamları geriye yatırıp omzunu daha sıkı kavradı. Keskin tırnakları küçük çocuğun canını yakıyordu. "Bırak!" diye çığlık attı kıpırdanıp dururken. Adamın umrunda bile olmadı.
"Çırpınıp durma bücür." diyerek tısladı. Kısa boylu da çok geçmeden yanlarına ulaştı. Aynı sırıtıştan onun yüzünde de vardı. "Alev incisi demek? Sende de ne hünerler varmış ufaklık." yanağındaki kanı silerek yere tükürdü.
"Seni yok etmemem söylendi bu yüzden şanslısın." ufaklığı yakasından tuttuğu gibi havalandırıp, cebinden çıkardığı bıçakla yanağını çizdi. Acıyla çırpındı parmakları arasındaki beden. Dolmuş lacivert gözleri burnunun dibindeki adamın gözlerine kenetlendi. Sanki gözleriyle onu öldürmeye çalışıyor gibiydi. Adam keyifle sırıttı ve bıçağın ucunu yalayarak yeniden cebine attı.
"Hadi gidelim artık, hava patlamak üzere." ikisi de havaya baktıktan sonra kısa olan kafasını sallayıp yürümeye başladı. Bu sırada ufaklığı yanındaki adama vermişti. Ardında kalan turuncu saçlı adam çocuğu kucağına aldı ve kısa olanın peşinden ilerlemeye başladı. Gidecek onca yollarının oluşuna söylenip duruyordu içinden.
Sonra aniden gök bir öncekilerden çok daha farklı bir sesle gürledi. Öyle şiddetliydi ki, ikisinin de adımları usulca yavaşladı ve ormanın ortasında durup birbirlerine bakmalarına neden oldu. "Ne oluy-" cümlesini bitirmeye fırsatı kalmadan hemen yanlarına ok gibi bir yıldırım düştü. Uzun olanın gözleri yuvalarından çıkmak üzereymişçesine kocaman aralandı.
Sonra bir yıldırım daha düştü diplerine. Turuncu olan panikle kucağındaki bedeni düşürdü ve ufaklık bunu fırsat bilerek koşmaya başladı. Böylece iki adam da yeniden peşinden koşar olmuştu. Acıyan bacağı yüzünden tökezleyerek koşuyor, yakalanacağını bilse de bir umut şansını deniyordu.
"Buraya gel!" kısa olan hemen dibinde biterken, tutmak isteyip gücünü ayarlayamadığı için çocuğu öne doğru ittirdi ve çocuk yeniden yere düşerken onunla aynı anda iki yıldırım daha düştü. Bu kez öncekilerden daha farklıydı. Bu kez yanlarına değildi düştüğü yer. Adamların tam üzerineydi.
Lacivert gözleri dehşetle aralandı an be an. Önce etrafına, sonra gökyüzüne ve sonra da sadece bir adım ötesindeki duman çıkan bedenlere baktı. Dizlerini yavaşça kendisine doğru çekip, bakışlarını yeniden gökyüzüne çevirdi. Yanakları acıyacak kadar genişçe gülümsedi kara bulutlara karşı. Ellerini birbirine yaslayıp dua eder gibi onlara uzattı.
"Teşekkür ederim." dedi sevinçle. Mutluluğu ona tüm acılarını unutturmuştu çoktan. O gün o ormandan sağ çıktı. Kadere inanmayan ailesi bunu görse belki de inanmaya başlarlardı.
_____________
MERHABA MERHABA RAI GELDI NASILSINIZ!!!! size ikinci fantastik taegyumuzu veriyorum efendim batırmadan temiz temiz devam ederiz umarım
şimdiden keyifli okumalar diliyorumm♡ diğer bölümlerde mutlaka görüşelimmm kocaman sarıldık!!!

??MD? OKUDU?UN
oblivion ? taegyu
Fanfiction"ve ?imdi f?rt?nan?n tam ortas?nday?z, izin ver yan?nda ko?an ben olay?m."