Hayat gerçekten garipti. Bir sene öncesine kadar Germiyan için geçtiğim bu yolları şimdi Kayılar için at sürüyordum.
Geçen yıl Germiyan hanesindeydim şimdi Kayılar. Kimdi bu Gonca? Kimlerdendi bu Gonca?
İçimde hala helledemiyordum bazı şeyleri. Tamam Alaeddin bey kötü biri değildi ama beni neden tanımadığım bir adama vermişlerdi? Neden beni yok saymışlardı?
Neden Alaeddin beyle evlendim diye ah etmiyordum ki ben. Neden beni hiçe saydıklarınaydı isyanım.
Karşımda oturan Alaeddin beye gitti bakışlarım. Alplerin bizim için avladığı tavşanların tadına bakıyordu ama tadı tuzu yok gibiydi benim gibi.
Oysa Alaeddin bey büyük bir aşk yaşardı aşların hepsiyle. Şu birkaç haftada anladığım buydu. Yemeklere epey bir düşkündü. Ona rağmen vücudunda kilodan eser yoktu. Hatta bazı şeyler epey bir dikkat çekiyordu kiloya tezat.
Aklıma gelen şeyle yüzümü ekşittim. Resmen adamın kaslarına bakakalmıştım dün ben. Salak Gonca sanki hayatında hiç kas görmedin.
Haşa de! Hayatında öylesini gördün mü?
Haksız değildi. Ne demişler yiğidi öldür hakkını yeme. O kasların eşi benzerini görmemiştim.
Neyse konumuz bu değil. Toparlan Gonca! Sanane elin kasından falan?
Bakışlarımın odağı tekrar Alaaddin bey oldu. Bugün pek de mutlu görünmezdi "Canın neden sıkkın?" Elindeki eti yemek ve yememek arasında kalmışken bakışları benimle kesişti. Anlamsız bir heycan oluştu içimde. Bu heyecanı ben de beklemiyordum. Oysaki sadece gözlerimin içine bakıyordu.
"Keşke sarayda kalsaydın Gonca Hatun." Yine aynı konuydu gözlerimi devirmeden edemedim.
"Sen bana güvenmez misin?" Önce bir gözüme baktı. Sonra dediklerimde ciddi olduğumu anlayınca ani telaşla başını iki yana salladı "Yoo haşa ben sadece canından endişe ederim."
"Niye?" Gözlerini kaçırdı sorduğum soruyla. "Siyasi olup olmaması önemli değil sen benim hatunumsun." Üstüne düşmedim ama bilmediği şey ben zaten görevlerle büyümüştüm.
"Alaeddin bey sandığınız gibi alalade bir bey kızı değilim. Bu gördüğünüz yolları avcumun içi gibi bilirim. Annesinin dizinin dibinde oturan bir bey kızı da olmadım. Germiyan'ın neredeyse her fetihinde payım vardır. Rica ederim bir daha bu konu hakkında kelam işitmeyeyim." Hâlâ huzursuzdu ama benim kararlılığımı görünce onyalamak zorunda kaldı. Usul usul başını salladı.
Sessiz geçen birkaç dakikanın sonunda sessizliği o bozdu. "İkimiz de her fetihin içinde varken nasıl oldu da bugüne kadar karşılaşamadık?" Bilmez gibi dudak büzdüm.
Benim de bir fikrim yoktu. Oysa adını çoğu kez duyduğum biriydi. Kendi sorusuna kendi cevap verdi. "Demekki bugüne nasipmiş seninle aynı görevde yer almak." Gulumseyişine karşılık verdim hafif bir gülümseme eşliğinde başımı eğdim. Allah'ın ne gibi güzellikler getireceğini kimse bilemezdi.
Yine kısa bir sessizlik oluştu aramızda. Sessizliğin sonunda ikimiz de aynı çadıra gitmek zorunda kaldık. Alplere laf vermeye gerek yoktu. Sonuçta kocamdı.
Küçük çadıra bakarken ikimize nasıl ayrı yatak yapılacağını düşündüm.
İki sorunumuz vardı birincisi burası yeterince dardı. İkincisi başka döşek yoktu. Ne yapacaktık?
İkimiz de aynı anda göz göze geldik. Cidden ne yapacaktık? Sıkıntılı bir nefes verdim. Ne ben yatabilirdim ne de onu yerde yatırabilirdim. Beli ağrır gerek yoktu.
