Telsizin soğuk metal yüzeyine dokunduğumda, parmak uçlarımda hafif bir ürperti hissettim. Havadaki sessizlik, kalbimin hızlı atışlarını duymamı sağlıyordu. Binbaşının adı geçtiğinde, midemde bir kelebek kanat çırpışı hissettim. Neden ben? diye düşündüm. Sıradan bir kızdım, bir binbaşının benimle konuşacak ne işi olabilirdi ki?
Barlas’a baktım. Gözleri, telsize dikilmişti, yüzünde her zamanki gibi o ciddi ifade vardı. Şu an bir tek kelimesi, bir tek sıcak bakışı bile içimi rahatlatmaya yetebilirdi. Ama o, sessizliğini koruyordu.
Telsize uzandım. Elim hafifçe titriyordu. Neden bu kadar gergin olduğumu kendime bile açıklayamıyordum. Farkında olmadan birkaç adım geri çekilmiştim, sanki bu konuşmayı yalnız duymam gerekiyormuş gibi.
Telsizi kulağıma yaklaştırdığımda, ne diyeceğimi bilemedim. Merhaba mı demeliydim? Yoksa resmî bir üslup mu kullanmalıydım?
"Liya Gürsoy ile mi görüşüyorum?" diye sordu cızırtılı bir ses.
Heyecanımı bastırmaya çalışarak, en azından sesimin titrememesine özen gösterdim.
"Evet..." diyebildim sadece.
Karşımdaki ses ise benim aksime güçlü ve kararlıydı.
"Ben Binbaşı Onur. Seninle önemli bir konuşma yapmam gerektiğiyle ilgili bilgiler aldım. Babanla alakalı..."
Nefesim kesildi. Kalbim, göğüs kafesimde hızla çarpmaya başladı. Bana ne söyleyecekti? Acaba babamın vatan haini olduğunu mu duyacaktım? Yoksa onunla ilgili daha kötü bir şey mi öğrenecektim?
"Dinliyorum," dedim, içimdeki belirsizliği bir kenara iterek.
"Baban Uğur Gürsoy, hayatı boyunca onurlu bir şekilde vatanına hizmet etti. En yeni teknolojileriyle Türk askerinin arkasında durdu. Tüm ülkeye sayısız icat bahşetti." Duraksadı, sanki her kelimenin ağırlığını hissettirmek istiyordu. "Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, baban asla vatanına ihanet etmedi." dedi.
Gözlerimden sıcak bir damla yanağıma süzüldü. İçimde bir yük kalkmış gibiydi. O an anladım: Barlas, komutanını aramış ve ona durumu anlatmıştı. Beni önemsemişti.
Telsiz kapanırken, içimde kabaran sevinçle Barlas ve Diken’e doğru yürüdüm. Telsizi uzattığımda, Barlas’ın gözleri benimkilerle buluştu. Ve o, bana öyle bir baktı ki… İşte o bakış, her şeye değerdi.
"Ben uyumaya gideyim." dedim, geri geri yürürken. Hâlâ onu izlediğim için yola dikkatimi verememiştim, taşa takılıp sendelediğimde ağzımdan ufak bir çığlık koptu. Gözlerim kapanmıştı.
Düşeceğimi sanmıştım.
Ama belimi kavrayan sert bir el beni dengeledi. Gözlerimi açtığımda, yeşil ile mavinin en keskin tonlarıyla karşılaştım. Gözleri... Öyle yakındı ki nefesim kesildi.
Siktir nefes alamıyorum...
Kokusu, elleri, askerî üniformasının kumaşı, maskesinin altından seçilen sert çizgiler... Hepsi fazla yakındı.
Diken'in öksürüşü ikimizi de irkiltti. Barlas, bir anda beni bırakıp dikeldi, yüzünde okunması güç bir ifade vardı. Diken'in afallamış bakışlarına bakınca gülmemek için kendimi zor tuttum.
"Özür dilerim komutanım. Ben özel bir anınızı böldüysem—"
Yüzü kıpkırmızı olmuştu.
Barlas'ın kaşları çatıldı, çenesi gerildi.
"Ne özel anından bahsediyorsun, asker? Nöbeti devral. Hadi, hızlı!"Sesi öyle keskindi ki kulaklarım çınladı.

??MD? OKUDU?UN
B?R MEZAR
General Fiction"Ki ben art?k her?eyini kaybetmi? bir k?zd?m. Her bir yan?m kimsesizdi. Ailem gitmi?ti benim. Ve bizi ay?ran ?lümdü. ?lümün ?aresi yoktu ki." Liya bir gün day?s?yla kavga eder ve tek s???na?? olan mezarl??a,ailesinin yan?na gider. Oradan ayr?l?rken...