Yeni bir gün. Yeni bir sabah, yeni bir umut. Cıvıl cıvıl bir şekilde kalkmış, beni karton evinde misafir eden yaşlı amca'ya teşekkür ederek ayrılmıştım. Benim bugün bir iş bulmam lazımdı. Eğer bu şehirde kalmam gerekiyorsa bir iş bulmalıydım. Okulumu yarım dönem boyunca dondurmuştum. Rektörle konuşmuştum zaten. İstediğim zaman devam edebilirdim. Sonrasında ise gün boyu sokak sokak gezmiştim. Fakat iş yoktu. Kendime mesken bellediğim sahil kenarındaki banklardan birine bağdaş kurarak oturmuş, kucağımdaki gazeteyle ve ağzımda başını dişlediğim dolma kalemimle iş sayfalarına bakıyordum.
" Garsonluk- doldu. " Çarpı işareti konuldu.
" Sekreterlik- doldu. "Çarpı işareti konuldu.
" Bulaşıkçı- doldu. " Çarpı işareti konuldu
Hepsi dolmuştu. Offff. Ama gözlerim sondaki yazıya kaydı.
" Seracılıkta eleman. " Tik işareti konuldu.
Evvet işte buydu. Mükemmel bir seçenekti. Çiçeklere, bahçelere hasta olduğum için peyzaj mimarlığını seçmiştim zaten. Mükemmel seçimdi. Tam bana göreydi. Hem uzakta'da değildi. Maaşı'da iyiydi. Yapabilirdim bunu, evet. Çantamdan telefonumu çıkartarak gazete üstündeki numarayı tuşladım. Telefonumu da bir bakkalcı'dan rica etmiştim şarj doldurması için. Beni kırmayıp kabul etmişti sağolsun. Birkaç çalış sonrasında naif bir kadın sesi telefona doldu.
" Buyurun? "
Boğazımı temizleyerek konuşmaya başladım. "Merhabalar. Yazılı iş ilanı için aramıştım da. Gazetede gördüm de. Eğer kabul ederseniz serada çalışmak için baş vurmak istiyorum."
" Öyle mi? Bizde uzun zamandır bu işte çalışacak birini arıyorduk. "
Birkaç konuşma daha sonrasında iş yerinin adresini verip kapatmıştı. Ayy buldum sayılırdı. Bence alırlardı beni. Benden daha çiçeklere aşık birini mi bulacaklardı Allah aşkına? Banktan hızla kalkarak, kotumu silkeledim. Düne göre hava bugün fazla soğuk değildi. Lapa lapa kar yağmasada serpiştiriyordu. Valizimi alarak yola koyuldum.
Bağ'ı andıran, üstü gölgelik filelerin kaplı olduğu geniş sera da gezerken, etrafıma hayranlıkla bakıyordum. Yer has topraktı. Oldukça büyük seraydı. Filenin içi çeşit çeşit çiçeklerle ve limonlarla doluydu. O kadar güzeldi ki rengareniğiyle insanın içini açıyordu. Kış ayında olmamıza rağmen, üstelik kar yağmasına rağmen tüm çiçekler canlı ve ısıl ışıldı. İnsana yaşama sevinci veriyordu. Yanımdaki Ablanın adı da Ece ablaydı. Bu seranın sahibiydi. Ona çiçeklere, yeşilliğe ne kadar tutkun olduğumu anlatmıştım. Peyzaj mimarlığını okumam da benim için artı puandı.
" Çiçeklerle aşk yaşıyorsun vallahi. İlk defa senin gibisini görüyorum Lahzacım. "
Ece abla bile benim çiçeklere olan hayranlığıma şaşırıyordu. Gülümseyerek Ece abla'ya döndüm. Bakır rengi saçlarıyla, güzel ela gözleriyle ve 38'li yaşlarına rağmen genç ve zarif bir kadındı.
" Abla çiçekler, yeşillik, doğa olmasa insanoğlu bir hiçtir. Bayılıyorum çiçeklerle ilgilenmeye. Hele bir ev tutayım, çiçeklerle donatacağım balkonu, bahçeyi. Ay bir de senin, benim eski evimiz görmen lazımdı. Annem şikayet ederdi yeter kızım ev çiçekçi dükkanımı ev mi belli değil diye. Frezya'ya ve lavinya çiçeğine bayılırım. "
Heyecanıma güldü. " Çiçeklere bağlı olman herhangi bir sebebi var mı? " diye sordu.
Toprağın üzerinde, her yanımızın çiçeklerle kaplı alanda yürümeye başladık. Bileğimdeki anneme ait bilekliği okşarken konuşmaya başladım. " Aslında babam'dan gelen bir tutku bu. Babam yetimhane kapısında çalışırken yetim çocuklar için bahçeye hep çiçek dikermiş. Kalan çiçekleri de eve getirirdi. Bahçeye ekerdik. Bende alıştım ve sevdim. "
Anladığını belli eden ses çıkarırken bedenini bana döndürdü. "O zaman bugünden itibaren başla. Para konusunu hallederiz birazdan." Omuzuma dostça vurup yanımdan ayrılırken, arkasından "Ece abla?" diye seslendim. Utansam da, çekinsemde başımı oynayıp durduğum bilekliğe çevirdim. " Şey. Benim kalacak bir yerim yok. Paramı hırsıza çaldırdım. Eğer..." sözümü tamamlamama izin vermeden aklına gelmiş gibi heyecanla konuştu:
" Aaa bak benim boşta duran kirada evim var. Bahçeli filan. Senin istediğin türden. Esyalıda. İstersen yerleşebilirsin, " demesiyle gözlerim ardına kadar açıldı.
Ayy ciddi miydi?
Sanırım dün gece dilediğim dilek gerçek olmuştu. Yeni gün bana şans ve uğur getirmişti. Bir göz isterken Allah vermişti iki göz.
" Ay ciddi misin Ece Ablaa! " Yerimde sevinçle zıplarken, bana gülüyordu.
" Evet evet. Anahtarı vereyim eşyalarını yerleştir. Bugünlük paydos o zaman. Yarın gel başla. "
Ne kadar merhametli bir kadındı böyle ya. Mutlulukla boynuna sarıldım. "Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim."
" Lafı bile olmaz, " deyip benden ayrıldı ve bana anahtar uzattı.
" Aslında seninle gelirdim de ama önemli bir işim var. Adresi vereyim istersen sen git Lahza. "
" Tabi ki. Sorun yok. Ben giderim. " Bana gülümseyip, adresi tarif ettikten sonra yanımdan ayrılmıştı. Kapıdan çıktıktan sonra gittikten sonra gittiğine emin olmak için arkasından bakıp emin olduktan sonra sevinçle oynamaya başladım.
Sevinç dansı yaparken, sevinçle bağırdım." Ayy evde buldum işte buldum. Olleyyyy! Bekle beni Sınırsız Lahza'nın nasıl intikam aldığını gör! "
👑
Tam istediğim gibi bir evdi. Bir katlı, bahçeli bir evdi. Cebimde para olmadığı için Ece abla avans vermişti. Eve valizlerimi yerleştirip, eve yiyecek için alışverişe çıkmıştım. Tabi güzelce eve temizlemistim de. Güzel bir yemek yapmıştım ve şimdiyse montumu giymiş botlarımın ipini bağlayarak dışarı çıkacaktım.
Beremi başıma takarken, anahtarı montumun cebine koyup dışarı çıktım. Gideceğim yer belliydi. O tepeye gittim. Dün gece beni karton evinde misafir eden amcanın yanına gidip, onu tuttuğum eve alacaktım. Evi yoktu adamcağızın. Bu yaşında karton kutu evde kalamazdı. Yüreğim buna el vermezdi. Beraber kalabilirdik evde. Hemde ben yalnız kalmamış olurdum.
Tepeye yaklaştıkça yine aynı his beni ele geçirmişti. Tıpkı Eskişehirde elimde tatlı kutusuyla eve yaklaştığım anda ki gibi. Tepeye yaklaştıkça ambulans sesleri duyulmaya başladı. Olduğum yerde durdum. Nefesim kesilmişti. Allah'ım yoksa... Hızla koşmaya başladım. Tepeye vardığımda yerdeki cansız bedenin başında ambulans görevlileri ve Polis olduğunu gördüm. Bu o yaşlı adamdı. Parçalara ayrılmıştı. Kolu bacağı, kan revan içinde kalan bedeni. Dehşetle baka kaldım.
Çığlık atarken buldum kendimi. Yine hafızama kazınan, unutamayacağım bir insan bedeni daha yerleşmişti. Yine dehşet bürünmüş gözler...
Kendimi yere bıraktığımı bile hatırlamıyordum.
Uyandığımda bir hastane odasındaydım. Koluma takılmış bir serum vardı. Puslu zihnim ne olduğunu anlamazken, en son bayıldığım aklıma düşmüştü. Yaşlı amca öldürülmüştü. Hemde canice!
Allah'ım...
Daha dün tanışmıştım ya. Dün! Ama bana yaklaşan insanlar öldürülmeye başlanmıştı. Önce annem, babam, sonra da o yaşlı adam. Kim bilir belki devamı gelecekti.
Kimdi o caniler? Ne yapacağımı istemişlerdi sağ adamdan. Ne suçu günahı vardı zavallının? Kendimi suçlu hissediyordum. Hemde hiç olmadığım kadar. Eğer yanına gitmeseydim öldürülmezdi. Hemde böyle korkunç bir ölümü yaşamazdı.
Uzandığım hastane yatağında ağlamaya başladım. Benim yüzümden ölmüştü Amca. Benim yüzümden. Hıçkırıklara ağlarken kapı tıklatıldı. Gözlerimi kururlarken polis memuru gelmişti odaya.
" Lahza Lavia değil mi? " diye sordu. Başımla onayladım. Sert bir Polis memuruna benziyordu. "Reşat Sönmez'in ölümü hakkında sağlığınız iyiyse soru sormamız gerekiyor."
Demek amcanın adı Reşat Sönmez'di. Hep kalbimde olacaksın Reşat amca.
" Pekala," dedim mırıldanarak. Sandalyeyi geçip oturdu. Elindeki sorgu defterine birşeyler yazdıktan sonra bana başını kaldırdı.
" Dün, gece surlarında Reşat Sönmez'in yanındaydınız. " Soru dolu değil de, tespit etmeye çalışırcasına sormaya çalışıyordu.
Başımla onayladım. " Evet yanındaydım. "
Deftere not aldıktan sonra, " ne için oradaydınız? Gecenin bir vakti ve hiç tanımadığınız bir adamın yanında olmak..." Bana şüpheyle bakınca sinirlerime hakim olamadım.
" Neden öyle bakıyorsunuz bana? Evsizdim. Gidecek yerim yoktu. Amca da halimi görüp dışarda kalmamı istemedi. Hepsi bu kadar!"
" Hepsi bu kadar değil! " diye bağırarak ayağı kalktı. " Hadi dün yardım etti, gecenin bir yarısı sokakta kalma diye ama ne gariptir ki ertesi gün bir daha yanına gidiyorsunuz Lahza hanım! "
Bu adam beni neyle suçladığının farkında mıydı acaba?! Koluma takılı serumu hızla çektim ve yatağa fırlattım. Canım acısa da, birkaç damla kan yatağa damlasa da umurumda olmadı. Bu adam resmen benim yaşlı amcayı öldürmekle suçluyordu.
" Siz beni neyle itham ettiğinizin farkında mısınız? Beni, bana yardım eden yaşlı bir adamı öldürmekle suçluyorsunuz! " diyerek hastane yatağından doğrulup oturur pozisyona geçtim.
" Bana sesinizi yükseltmeyin. " diye bağırdı. O an bakışlarım üniformasına kaydı. Kemeri orijinal değil gibiydi. Omuzundaki apoletlerde sahte gibi duruyordu. Apoletlerdeki yıldızlarda bilakis öyleydi.
Adamın yüzüne baktım. Davranışlarına, sonra polis rozetlerine. " Memur Bey bana polis kimliğinizi gösterin, " dedim.
Başını hışımla bana çevirdi. " Kimlik mi? Sen kimsin de bana kimlik soruyorsun? Bu yetkiyi sana kim verdi? Kanun adamıyım ben! " diyerek sesini yükseltti. " Dilini tut yoksa içeri atarım seni! "
" Sen sahte bir polissin. Eğer gerçek polis olsaydın kimliğini gösterirdin. "
" Eğer tek kelime daha edersen içeri atarım seni, " diyerek tehdit edercesine parmağın salladı.
" Peki. Sana değil 155'e tek kelimemi edeyim o zaman," deyip telefonumu yatağın kenarındaki çekmeceli masadan montumu alıp cebinden telefonumu çıkardım. O an benim aramama gerek kalmadan içeri gerçek bir Polis Memuru girdi odaya.
" Aaa meslektaşınız da geldi, " deyip imalıca gülümsedim. Memurun arkasından iki memur daha girerken, Baş Memur diğerlerine başıyla yanımdaki çakma Polis'i almaları için başıyla işaret verdi.
" Kimin adamısın karakolda belli olacak, " dedi, Baş Komiser.
Adamın itirazlarına rağmen diğer Polis memurları alıp götürdü.
" Takdiri şayan Lahza hanım. Herkes sizin gibi uyanık olsa böyle sorunlar olmayacak. Böyle tipler polisin imajını zedeliyor. "
" Rica ederim ne demek. "
Yatağın kenarına yaklaştı. " Nasıl anladınız sahte Polis olduğunu? " diye sordu.
Yatağın başlığına sırtımı yaslayarak gülümsedim. " Polislerin kemerin de künye numarası yazar Memur Bey. Apoletlerdeki yıldızlarda bağlı olduğu birimi gösterir. Kemeri ve yıldızları esleşmiyordu da zaten. En önemlisi de bir polis asla direk sen yaptın demez. Şüpheyle yaklaşır ama sen yaptın der gibi laf vurmaz. Sahte olduğu belliydi ama merak ettiğim neden sahte polis yanıma geldi? "
Ellerini belinin kenarına yerleştirdi ve başını eğerek bir iki saniye düşündü. " Ölen adamın bedeninin üzerine damgalanmış bir şekilde -M- harfi vardı. Sanırım bu gizemli M'nin adamı."
Şaşırmıştım. Anne babamı öldürdüğü gibi yaşlı amcayı da öldürmüştü.
" Allah belasını versin. Anne babamı da canice öldürdü. Şimdi de yaşlı amca'yı. Amacı ne hiç bilmiyorum. "
" Hedefi sizi yalnızlastırmak olabilir. Amaçları her neyse sizi yalnızlastırmak olabilir. Eğer isterseniz sizi koruma altına alabiliriz," dediğinde düşündüm. Eğer peşime polis takılsaydı nasıl bulabilirdim katili. Ölmekten korkmuyordum. Yanıma kimseyi alamadan bu işi yapmam lazımdı. Hem polis beni nereye kadar korurdu ki?
" Gerek yok. Nereye kadar sürecek böyle? Korkuyla mı yaşayacağım? Benim amacım anne babamın katillerini bulmak ve hapse tıkmak. "
" Size zarar verebilirler Lahza hanım." dediğinde başımı iki yana salladım.
" Yapsalardı şimdiye kadar yaparlardı. Amaçları her neyse bulacağım. Nasıl yapacağımı bilmiyorum ama bulacağım. "
Bana yaşlı amca hakkında birkaç soru sorup çıkıp gitmişti. Arkasından bakmayı bırakıp yatağa gömülüp örtüyü tepeme kadar çektim ve ağlamaya başladım. Benim yüzümdendi herşey. Eğer amcanın yanına gitmeseydim ölmezdi. Gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım.
Burnuma yanık ceset kokusu doluşuyor. Burnumun direğini sızlatıyor. Koşuyorum yine. Adımlarımın bir yönü yok. Üzerimde bembeyaz bir elbise, uçları kırmızıya bulanmış. Sanki kan'a. Elbisenin uçlarından tutmuş koşuyorum. Saçlarım bu sefer kıpkırmızı. Öyle kırmızı ki kan'ın, vahşetin, ölümün habercisi.
Koşuyorum öylece. Nereye gittiğimi hiç bilmiyorum. Adımların bir ormanın içinde duruyor. Kaybolmuşum. Etrafımda korkuyla dönüyorum.
" Neredeyim ben? " diye bağırıyorum.
" Kırmızı dünyamdaki intikam planlarımın içindesin ölümlü Lavinia. "
Bir erkek sesi fısıldıyor. Yönsüz, belirsiz.
" Bu beyazın kırmızıya direnişi. " diye fısıldıyor ardından. Saçlarımdaki kırmızı bukleler uçuşuyor o konuştukça " Sınırsız bir direniş... "
Sesin yönü yok. Dönmeyi bırakıyorum dikkatlice etrafıma bakıyorum. Siyah arkası dönük silüetler. Çok uzaktalar. Yaklaşıyorum onlara çekingence elbisenin uçlarını tutarak. Yaklaştıkça kan kokusu burnuma doluyor. Kan, vahşet, barut ceset kokuyor. Ölüm kokuyor kısacası. Midem bulanıyor.
Silüetlerin arasından bakıyorum, bakmaya çalıyorum. Gördüklerim birer vahşet.
Parçalanmış bedenler, sayısızca ateş edilmiş delik deşik olmuş bedenler. Sayısızca. İçlerinden birisi o yaşlı amca. Vücudunda sayısız kurşun deliği. Kana boyanmıs yaşlı bedeni. Korkuyla bakıyorum. Ölü bedenler, ölü insanlar. Ve açık kalan gözlerdeki o dehşet bakış. Ellerimi kulağıma kapatarak korkuya bürünmüş gözlerimi kapatarak kaçıyorum. Ayaklarım parçalanmış bedenlere çarpa çarpa ilerliyor. Bastığım her bedenden kan sıçrıyor beyaz elbiseye. Beyaz elbise gittikçe kırmızıya bürünüyor.
Adımlarım boş bir araziye girince duruyor. Gözlerimi açıyorum derin bir nefes alıyorum ama o an kulaklarıma anne Babamın çığlığı doluyor.
" Lahza kızım, yardım et. "
Gözlerim büyüyor. " Anne, baba! " Gözlerim delicesine onları ararken sayısız takım elbiseli adamların oluşturduğu daire içinde iniltilerini duyuyorum.
" Lahza yardım et. " Babam çaresizce yardım dileniyor benden. Hızla kalabalığın oluşturduğu dairenin içine giriyorum. Arkası dönük siyah beden bir adam, siyah eldiveniyle tuttuğu gümüş rengi silahla Anne babama ateş ediyor. Onun ateş ermesiyle sayısız adam silahlarıyla ateş sayısız kez ateş ediyor. Annem babamın dehşete bürünmüş gözleri yerde çığlıklarla bedenleri kıvranarak kurşun yağmuruna tutuluyor. Can çekişene kadar ateş ediliyor. Nefeslerini verene kadar ateş ediliyor.
Ben onlara adım atmaya, kurtarmaya çalışmak istiyorum ama sanki yerin altından bir el bacaklarımı tutmuş adım atmamı, kurtarmamı engelliyor. Anneee babaaa! " diye çığlık ata ata bağırmak istiyorum ama sesim boğazıma gömülmüş. Bağıramıyorum. Birisi sanki boğazımı sıkıyor nefes alamıyorum. Nefes almak için boğazımı tutuyorum aksine daha boğuluyorum. Gözlerim dehşete bürünmüş.
Yardım çığlığı atıyorum ama içimden.
" Yardım edin! Ne olur yardım edin. " Duyamimıyor kimse sesimi. " Allah'ım yardım et." Sesimi içimden tek duyan kişiye yalvarıyorum.
Boğazım rahat bırakılıyor. Can çekişircesine derin nefes alıyorum, öksürüyorum.
Delicesine, boğazımı tutmuş öksürürken gözlerim yerde vücutları delik deşik olmuş, o dehşete bürünmüş bakışlarla gözlerini semaya dikmiş, acımasızca can vermiş anne babama ilişiyor.
Göz bebeklerim dehşetle büyüyor ve boğazımı parçarcasına çığlık atarak Anne babamın bedenlerinin yanlarına koşuyorum. Dokunduğum an kan sıçrıyor beyaz elbiseme ve beyaz yer dahi kalmayacak şekilde Kırmızıtaş boyanıyor elbise. Şimdi kıpkırmızı. Saçlarım da, elbisemde, hayatımda kıpkırmızı.
Anne babamın cansız bedenlerine sarılıp ağlıyorum. Hiç kimse acımıyor bana. Hepsi hissizce bakıyor bana.
Gözlerim arkası dönük bedene kayıyor. Anne babama en önce ateş eden adama.
İntikamımı almak istercesine bağırıyorum, çığlık atıyorum. Bana bakmadan yürüyüp gözden kayboluyor.
️♟️
" Kız hakkında ne düşünüyorsun Şah? Sence Cabriel'in adamı mı? " diye sordu Yavuz Polatlı. Koyu kahve gözleri pür dikkat Mesih'in üzerindeydi.
Mesih ise ihtişamlı köşkünün geniş balkonunda, jilet gibi simsiyah takım elbisesinin içinde elleri cebindeydi. Kara gözleri, Sınırsız'ın, engin boğaz sularındaydı. Keskin köşeli yüzü düşünce doluydu.
" Ya da Zeus'un gönderdiği bir ajan olabilir, Şah, " diye ekledi Yavuz Polatlı. O da tıpkı Mesih Yıldıran gibi mavi boğazın sularını izliyordu. Mesih'in tepkisini ölçmek için başını Mesih'e çevirdi ancak onun bu boğaz suları gibi derin düşünceler içerisinde olduğunu gördü. Dikkatle Mesih'in cevabını beklerken, Mesih balkon mermerinin üzerine bıraktığı kristal bardağı, kemikli, uzun parmaklarıyla kavradı ve havaya kaldırarak kara gözlerini bardak içinde salınan kırmızı şaraba dikti. Sükuneti fırtınalı bir rüzgarın habercisi gibiydi.
Tek dikişte şarabı hızla içip, bardağı tam tersini yaparak mermerin üzerine yavaşlıkla indirdi. Yavuz onu çok iyi tanıyordu. Şarabı hızlıca içmesi, yavaşlıkla bardağı indirmesi Mesih'in qhçinde yükselen öfkesini, sükunetiyle bastırmaya çalışmasını gösteriyordu.
" Hayatımda ilk kez ne yapacağımı bilemedim Polatlı. "
Mesih'in denizler kadar engin sesini duyunca bakışlarını denizden, Şah'a çevirdi Yavuz. Neyi kast ettiğini biliyordu. Her zaman kontrolü ve robotsu bir şekilde hayatını saniyesi saniyesine hayatını kontrol eden Mesih Yıldıran, defilede ani gelişen olay yüzünden ne yapacağını bilememiş ve çareyi kızı öpmekle bulmuştu.
Derin bir nefes çekti Mesih. Göğsü şişip kalkarken denizin rahatlatan kokusu dahi öfkesini bastırmaya yetmiyor, sakinleştirmeye yetmiyordu.
" Gökten düşen bir melek gibi düştü kucağıma. Hayatımın tam ortasına." Öfkesine tezat sakin sesiyle konuştu Mesih. Yavuz onu dikkatlice dinliyordu.
" Kıza yalan söyledin Şah. Şah'çıların onu yok edeceğini söyledin. Bir sebebin vardır illa ki! " dedi Yavuz, onun profilini izlerken. Mesih'i çok iyi tanıyordu.
" O kadına çok benziyor. Gözleri, teni. Bu benzerlik tesadüf olamaz Yavuz." Mesih'in sesindeki öfkeyi bu defa sezmişti Yavuz.
O kadın dediği kadın; Matmazeldi. Ölümüne kin duyduğu bir pavyon kadını.
" Eğer o kadının kızıysa avucumda can vermesini sağlarım. Acı çektire çektire öldürürüm. Acımam."Mesih'in sesindeki öfkeyi bu defa daha da hissetmişti Yavuz. Gözlerini Mesih'in yumruk yaptığı ellerine çevirdi. Öfkesi git gide şiddetleniyordu. Sakinliği git gide bozuluyor acımasızlığın beden bürümüş Şah'ı gün yüzüne gösteriyordu.
" Yıllardır aradığın kız, o kız olabilir mi sence? Sadece benziyor diye peşin hüküm vermemelisin. " dedi Yavuz, onun öfkesinden çekinerek.
Mesih'in delici kara gözleri Yavuz'u buldu. Kana susamış bir katil gibi baktı. " O halde dua etsin de o kadının kanını taşımasın. " Sesi buram buram intikam ve ölüm kokuyordu. Defiledeki kızın, yıllardır aradığı kız olma ihtimali dahi onu sınırsızca kontrolünden çıkarmış, ölümü şimdiden kızın üzerine giydirmişti.
O kızın Mesih'in yıllarca aradığı kız olmamasını umdu Yavuz. Mesih Yıldıran çok zeki ve kurnaz bir adamdı. Kızın yüz hatlarından dahi Matmazel'in kızı olduğundan şüphe etmişti. Sadece tek şüphesi bile kızı intikam ateşinden dolayı öldürmek istiyordu.
Öfkesinden, acımasızlığından çekinse de yıllardır yanında çalıştığı süre boyunca söylediği o cümleyi tekrardan söyledi Mesih'e; karşılığında Mesih'in gazabından nasip alacağını bilmesine rağmen.
" Defiledeki kız isterse aradığın kız olsun, masum ve intikamından suçsuz olduğunu biliyorsun değil mi? O kızdan haksızca alacağın intikam seni tahtından yerle yeksan edebilir Şah. Ben her zaman yanındaydım. Yanında olmaya da devam edeceğim ama bu konu hariç. Bu konu beni aşar Şah. Ben bu intikamın bir parçası olmayacağım. İntikam ateşin seni bir gün yok ettiğinde, ben de seninle birlikte yok olmayacağım. Vazgeç bu sonu gelmez intikamdan. Pişman olacaksın. "
İşte şimdi Mesih'in gazabını üzerine beklemeye başladı. Korksada çekinmeden söylemişti. Her zaman yanında olurken, masum bir kız intikam için öldürecek olmasına değildi bu defa. Masum ve geçmişten bir haber yaşayan günahsız bir kızı intikama kurban etmesine değildi.
" Ben pişman olmam. Şah asla pişman olmaz." Mesih'in hiddetli kara gözleri dünyaları ben yarattım edasınca bakıyordu. Kendinden emin ve kararlı tavrı ve duruşu intikama susamış bir katilin can alırken ki pişman olmayışı gibiydi. " Mesih Yıldıran asla pişman olmaz Polatlı. Asla. "
🌆
Gördüğüm kabusun etkisinden çıkamamış bir halde seradaki çiçekleri suluyordum.Üzerinden bir gün geçmişti ama etkisinden asla çıkamamıştım. Dalgınca çiçeği sularken omuzuma dokunulmasıyla çömeldiğim yerde irkildim.
" Çiçekler boğulacak kız. "
Eve ablanın sesini duymamla çiçeğe taşıdığımı fark edince hızla suluğu geri çektim. " Ay özür dilerim. Dalmışım. Kız kusura bakma abla. " Ayağı kalkarken mahcupça bakıyordum.
Ece abla'ya anlatmıştım başımdan geçenleri. Anne babamın ölümünden tut, yaşlı amcanın ölümüne kadar. Dalgın olmama anlayış gösteriyordu. Ama onun iyi niyetini su istimal edemezdim. Hızlıca suluğa eğilip kalan çiçekleri hızlıca sulamaya başladım. Aceleme karşı üzgünce yanıma geldi ve kolumdan tutarak suluğu elimden alıp yere indirdi. Omuzlarımdan tutarken anlayışla bakıyordu bana.
" Çok zor şeyler yaşadın Lahza. Anlayabiliyorum. Bende ailemi kaybettim. Tarifi geçmez bir acı. Ama zamanla kalbindeki yangın küle dönecek. Tamamen sönmeyecek ama eskisi kadar harlanıp canını acıtmayacak. Geçmeyecek ama azalacak. "
Şefkatle bakıyordu bana. Gözlerim dolmuştu basım önüme düşerken.
" Geçmeyecek Ece abla. Azalmayacakta. Canım çok yanıyor. Anne Babamın, yaşlı amcanın gözlerindeki dehşet ifadesi aklımdan gitmiyor. Gitmiyor işte unutamıyorum işte, " diyerek, hızla kafama unutmak istercesine sertçe vurdum. Yüz kere de bin kere de vursam o hafızama kazınan bakışlar gitmiyordu. Ece abla endişeyle,
" yapma, " diyerek kafama vurduğum elimi tutup kendine hızla çekerek sarıldı. Buna ihtiyacım vardı. Sarılmaya. Başımı omuzlarına koyarak ağlamaya başladım.
" Bizim kimseye bir kötülüğümüz dokunmadı. Kim bizden ne istiyor anlamıyorum. Neden ya neden? Biz ne yaptıkta bunu hak ettik? " Hıçkırırken omuzumu teselli edercesine sıvazladı.
" Sakin ol canım. "
Göz yaşlarımı silerek ayrıldım. Hiç olmazsa başımı koyup ağlayacağım ve sarılabileceğim bir insan vardı. Burnumu çekerken elim bilekliğime gitti. Annemin bilekliğinden güç almaya çalıştım. Annemden kalan son hatıraydı. Yadigardı.
Ece ablanın bakışları bilekliğe kaydı. " Senin için çok kıymetli galiba? " diye sordu, dudağındaki samimi tebessümle.
Gülümsedim. " Evet. Annemin yadigarı." dedim.
Bilekliğim kırmızı yakut işlemeliydi. Rengi kırmızının beden bulmuş adamı aklıma getirmişti. O adamın şehri de, hayatı da, dünyası da kıpkırmızıydı. Ancak bu kırmızı aşkın rengi olan kırmızı değildi. Kan ve ölümün rengiydi onun saplantısı olduğu renk.
Ben aşk olarak kırmızıyı görürken, o adam kan ve ölüm olarak görüyordu.
Ama neden kırmızıya bu kadar saplantılıydı anlamıyordum. Onun hakkındaki bilgileri elbette internetten araştırarak öğrenmiştim.
Ece ablanın yanından geçip, üstü çatı şekilde kapalı olan, içi kafeyi andıran ahşap kulübeye geçtim. L şeklinde koltuk takımı vardı. Şömine dışında ısıtıcılarda vardı. Tek tarafı boydan cam olan duvar köşesine geçip masaya oturdum. Biraz ilerimde şömine vardı. İçerisi sımsıcaktı. İliklerime kadar donmuştum. Ellerimi ovusturuken masadan kalkıp şömine önündeki pufa oturdum. Ellerimi ateşe karşı tutup sıcak olmasını sağlarken camdan dışarıya baktım. Kar sepelemeye başlamıştı. Telefonumu montumdan çıkarıp yüzüme düşen kumral saçlarımı kulağımın arkasına itip telefonumu açtım. Ekran buharlasmıstı. Kot pantolonuma camı sürerek buharlığının gitmesini sağladım. Buhar gidince google amcaya girip, arama kısmına Mesih Yıldıran yazdım. Anında binlerce site ve binlerce fotoğraf galerisi karşıma çıkmıştı.
Direkt resimlere tıkladım. Yüzlerce resim vardı. İş yemeğinde çekilen ciddi resimler açılış yaparken ki resimler, moda tasarımı dünyasına büyük damga vurarken ki çekilen resimler, her sene defilelerde mankeniyle verdiği pozlar ve gözlerim beni kucağında taşıdığı fotoğraf karesine kaydı. Resmi kaydırdım. Altta beni öptüğü an'ki resim, benim yere düşerken ki düşüş halim, ve dahası nice resim vardı. Hızla beni öptüğü resmin üzerine tıkladım ve haber sitesine girdim.
Haber başlığı şöyleydi; SINIRSIZ'IN DAMGA VURAN İHTİRASLI DEFİLESİ!
Moda dünyasının gözde iş adamı ve tasarımcısı Mesih Yıldıran namı değer Şah, bu gece mankeniyle şok görüntüler içerisinde
Mesih Yıldıran senede bir defa yapılan özel defilelerde bir ilki gerçekleştirdi. Özel modeliyle kucak kucağa ve dudak dudağa geceye unutulmaz damga vurdu.
Yazının altında üstümde beni öptüğü an vardı. Aklıma beni öptüğü an gelince parmaklarım dudağımı buldu. Beni öyle öpmüştü ki sadece dudağıma değil bedenime de hükümranlığı kuruyordu. Yutkundum.
Acaba kim bu güzel model? Evliliği aklından geçirmeyen Mesih Yıldıran acaba mankeniyle gizli bir aşk mı yaşıyor.
Gözlerim büyümüştü. Yok artık. Ne aşkı ya? Allah gecinden versin. O kafayı kırmızıyla bozmuş adamla değil aşk yaşamak, günahımı bile paylaşmazdım. Hayatına girip, aşk yaşayacak kadar kafayı tırlatmamıstım herhalde.
Geri kalan günü çiçeklerle geçirmiştim. Bazı yeni gelen çiçekleri seraya yerleştirmiştim. Vakit ne çabuk geçmişti ben bile farkında olmamıştım. Çiçekler ile ilgilenmek çok güzeldi. Zamanın geçtiğini bile anlamıyordum. Akşam 7'ye geliyordu saat. Montumu giyip başıma beremi taktıktan sonra eldivenlerimi de takıp dışarıya çıktım.
Soğuk hava anında yüzüme nüfuz etmişti." Ovv buz gibi. " Titreyerek beremi kulaklarıma kapatıp, ellerimi montumun cebine koydum ve yürümeye başladım. Henüz tam anlamıyla param yoktu. Avansım vardı ama çar çur edemezdim. Taksiye binmek yerine yürümeyi tercih ettim. Hava soğuk olsa da, kar sepelesede tertemiz havada yürümek güzeldi. Hele kulaklık ile dinleyerek yürümek ayrı güzeldi. Kulaklığımı takıp telefonumdan müzik çalardan Adele- Lovesong'u açtım kendimi müziğin ritmine vererek ellerimi montumun cebine koyarak yürümeye başladım.
Ne kadar uzak olursan ol, seni daima seveceğim
Ne kadar uzun kalırsam kalayım, seni daima seveceğim
Ne söylersem söyleyeyim, seni daima seveceğim
Seni daima seveceğim
Bu şarkı ben ve Ulaş'ın şarkısıydı.
Onunla ilgili anılarımızı hayal ede ede yürürken, ana caddeye gelmiştim. Kendime pizza alarak yoluma devam ettim. Akşam olduğu için kafeler tıklım tıklımdı. Gece kulüpleri de bilakis öyleydi. Kulüplerin önünde duran taksilerin haddi hesabı yoktu. Çoğu sarhoş biniyordu. Kimi yeni geliyordu Şarkıyı mırıldanarak pizza poşetini elimde sallaya sallaya yürürken sol dönemece girdim. Maalesef eve bu izbe sokaktan geçerek gitmek gerekiyordu. Bu ara sokakta sadece bir tane bar vardı oda sokağın sonlarında kalıyordu. Kaldırım üzerinde yürüyerek içerisi kalabalık bar'ın önünden geçerken, içerdeki bangır bangır müziğe yüzümü bulaşıtırdım. Kendi dinlediğim müziği bile bastırmıştı sesi.
Işıl ışıldı içerisi. Ama kırmızıydı. Zaten şehrin bir kısmının ışıkları kırmızıydı. Arabaları, dükkanları, ve daha sayamadığım tüm nesneler kırmızıydı. Cidden Mesih Yıldıran dedikleri adamın kırmızıya takıntısını anlamıyordum. Ne saçma bir şeydi. Kendisi sırf kırmızı seviyor diye şehri de kırmızı yapmak ne demekti? Aklını peynir ekmekle yemiş olmalıydı.
Sokağın sonuna geldiğimde sol dönemece açılan dar sokakta bir kızın çığlıklarını duyar gibi oldum. Kulaklığımı kulağımdan çıkarıp montuma koyarken durup dar sokağa baktım.
Şerefsizin biri kızı duvara sıkıştırmış kız, " yapma! " diye çığlıklar atıyordu. Kızın bacaklarını beline sarmış, eteğinin düğmelerini açmaya çalışıyordu. Bir yandan da boynunu vakumluyordu. Öyle dalmıştı ki kızın çığlıklarını duymuyordu bile. " Sus. Sende zevk alacaksın bebeğim, " demesiyle kızın elbisesinin içine elini soktu. Kızın, " yapma, " diye çığlıkları artarken, ağlamaktan kızarmış amber rengi gözleri beni buldu. Çaresizlik içinde yardım dileyen bakışlarla baktı bana.
Kaşlarım çatılırken etrafıma bakındım. Adama vuracak bir şeyde yoktu. Telefonumu montumun cebine atarak kızın yanına sessiz adımlarla ilerledim. Adam öyle bir dalmıştı ki beni fark etmemişti. Kız ise beni izliyordu. Çırpınışları durduğu için adam boğuk tonuyla, " aferim. Zevk alacaksın merak etme," dedi. İğrendim tek kelimeyle.
Kız beni dikkatle izlerken bir anda arkadan adamın boğazına kollarımı arkadan doladım. Kendime doğru hızla çekerken neye uğradığını şaşırarak kızdan geriye çekildi ve şaşkınlık içinde, " ne oluyor lan? " diye sordu.
" Elinin körü oluyor. Kıza tecavüz mü edecektin ha! " Bağırarak tek kolumu boğazına dahada dolayarak boştaki eliyle saçlarına asıldım.
" Amına koduğum fahişesi gebertirim lan seni! "
Kafasını benden kurtarmaya çalışıyordu ama boşaydı. Canına okumadan bırakmazdım. Kulağına asılıp kulağını koparırcasına çektim. " Şerefsiz pislik! Sizin uçkurlarınız yüzünden hiçbir kız özgürce dolaşamayacak mı he! " Öfkeyle boğazına doladığım kolumu çekmeden yüzünü tırnaklarımla tırmakladım. Allah'tan tırnağım uzundu da yüzünü çizmiştim bir güzel.
Acıyla haykırdı. " Ah! Lan bırak! "
Kulağını dişleyerek çüküne tekme attığımda orasını tutup inleyerek iki büklüm oldu. " Ah! "
" Kopsun inşallah, " diye bağırdım öfkeyle iki büklüm haline bakarken.
" Sizin gibi şerefsizler idam edilmeli, hadım edilmeli. Kaç kızın hayatı kararıyor sizin sahip çıkamadığınız uçkurunuz yüzünden! " diye bağırıp kızın bileğinden tutarak koşmaya başladım. Pislik arkamızdan böğürüyordu.
" Elis gel buraya!! "
Amber rengi gözleri olan kızın adının Elis olduğunu öğrenirken kaygan zeminde koşmaya devam ettik. Sağ sapaktan dönüp önümüze çıkan ilk binanın kapısını açarak içine girdik. Bina kapısının buğulu camını montumun kol kısmıyla silerken, adamın bina önünde koştuğunu görgüm. Anlamamıştı binaya saklandığımızı salak. Rahat bir nefes vererek arkamı kıza doğru döndüm. Zavallı kızın beti benzi atmıştı. Korkudan titriyordu.
Güven vermek istercesine ellerini tutup gülümsedim. " Korkma. Atlattık." Korkuyla kafasını sallarken ellerinin soğukluğuna karşı kendi eldivenlerimi çıkartıp eline verdim.
" Tak. Ellerin buz gibi olmuş. "
" Ama. " İtiraz ettiğinde başımı sorun dercesine salladım. " Sorun değil. Evim yakın şuraya. " dedim.
Tekrardan cama baktım. Emin olmak için kapıyı hafifçe aralayıp sağıma ve soluma bakındım. Gitmişti adam. Emin olduktan sonra kıza döndüm ve rahatlatmıs bir gülümsemeyle," gitmiş gitmiş korkma. Çıkabiliriz. " dedim.
Başıyla onaylarak benimle birlikte binadan çıktık. Kıza döndüm. " Dikkat et. Ve savunmayı bilmiyorsan lütfen taksiye bin. Çünkü böyle pislikler tenha yerleri tercih eder. "dedim
Bana minnettarca baktı. Ellerimi tuttu. " Çok teşekkür ederim. Gerçekten çok teşekkür ederim. Eğer yardım etmeseydin kim bilir ne halde olurdum. Çok teşekkür ederim. " dedi.
Önemli değil dercesine başımı iki yana sallayarak gülümsedim.
" Teşekkür etmene gerek yok canım. Herkes yardım ederdi. Öylece çekip gidemezdim. "
" Hayır. Herkes yardım etmezdi. Öylece bakıp giderdi. " dedi. İnsanlık sorunuydu bu. Hemde en büyük sorunu. Bir kadın dövülürken, taciz edilirken ses çıkarmayanlar otobüslerde, halka açık alanlarda öpüşüp koklaşınca aslan gibi kükrüyorlardı. Aynı hassasiyet maalesef ki şiddet ve tacizde yoktu.
" İstersen evine bırakabilirim seni. " dediğimde başını eğdi ve utangaçça,
" şey ya kiracı kovdu beni. İşten de atıldım. Gidecek yerim yok, " dedi.
Üzülmüştüm kıza. Onu çok iyi anlıyordum. Kar kış kıyamette evsiz kalmak ne demek çok iyi biliyordum. Allah kimseye yaşatmasın.
Anlıyorum dercesine başımı salladım yavaşça. " Anlıyorum seni. Bende birkaç gün önce evsizdim. Sınırsız'a yeni geldim. Zor oldu iş bulmam ev bulmam. " dediğimde aklıma bir fikir gelmişti. Heyecanlanarak," eğer istersen benim evde kalabilirsin. Yani bende kirada oturuyorum. " dedim bir teklifte bulunarak.
Önce gözler heyecanla parladı sonra söndü. Ellerine bakışlarını mahcupça dikti. " Şey sana yük olmayayım. " dedi kısıkça.
" Deme öyle. İş bulana kadar kalırsın. Hatta iş bulursan kirayı yarı yarıya ödeyerek aynı evde otururuz işte. Zaten yalnızım evde. Ev arkadaşım olur. " Bu çok güzel bir fikirdi. Hem ben yalnız kalmamış olurdum hemde Elis evsiz kalmamış olurdu.
Bir anda boynuma sevinçle sarıldı.
" Ay çok teşekkür ederim. Çok iyi kalplisin. Çok naziksin. Beni dışarda kalmaktan kurtardın."
İyi bir kıza benziyordu. Aynı evi paylaşabilirdik. Kızdan ayrılırken bana gülümseyerek elini uzattı ve mutlulukla, "Elis ben. Elis Erel. " dedi.
Sıcakkanlılığına gülümsedim ve elimi uzattım. " Lahza bende. Lahza Lavia. "
Sınırsız'da ki ilk arkadaşımdı Elis. Umarım onu da amca gibi kaybetmezdim.
♾️
İnşallah beğenmişsinizdir ♥️♥️
Bol yorum yapmayı unutmayın canlarım ve vote vermeyi.