İçimde oluşan korku ve yüzümdeki dehşet ifadesi ile, hızla Şirvan'ın, bedeninden elimi çekmiştim.
Dilim tutulmuştu sanki. Ben az önce, adamın şeyini mi ellemiştim? Bu o kadar iğrençti ki. Resmen adamı taciz etmiştim.
Gözlerimi utançla ona dikerken, Şirvan'ın bedeninin gevşediğini hissetmiştim.
Dudağının kenarı, yavaşça yukarı kıvrıldı. Ama gülümsemiyordu. Bu çok utanç vericiydi gerçekten.
"Ben özür dilerim."
Nefesim kesilmiş, soluk soluğa bunu söylerken, kafasını hafifçe yana kaydırdı. Bana garip bir şekilde bakıyordu.
"Şu an sana söyleyeceğim her şey, ikimiz için de oldukça tehlikeli güzelim. O yüzden hiç olmamış gibi yapalım, muhtemelen yarın bunu unutacaksın."
Dediği şey içimde garip bir his oluşturmuştu. Sadece sessiz kalmıştım.
Yüzümü derinlemesine incelemişti. Ardından kaşları çatılmıştı. Oldukça müptezel göründüğümü düşünüyordu sanırım.
"Ne yaptın Aden, tüm şişeyi kafana mı diktin?" Sesi, sorgulayıcı ve gerçekten cevap vermemi bekliyor gibiydi.
Düşüncemi, bu soru doğrulanmıştı.
İki yudum içip, bu halde olduğumu söylese miydim? Evet, söyleyecektim.
"Sadece iki yudum içtim."
Sesim ağlamaklı ve yorgun çıkmıştı.
Yüzüm inceledi, ardından dudağı yukarı kıvrıldı.
"İki yudumda mı bu kadar yamuldun yavrum?"
Alaycı cümlesi ile gözlerimi kısarak baktım ona.
"Üzgünüm, senin gibi alkolik olmadığım için."
Ağzından yine alaycı bir ses çıktı. Komik miydi?
"Dua et sarhoşsun Aden, ayık olduğunda cezanı çektireceğim sana; bu güzel dilin yüzünden."
Sorgularcasına bakmıştım ona, bu adam hep ceza dili ile konuşuyordu. Aptal adam.
"Hani ceza vermeyecektin, senin işine yarayan bir şey yapmıştım, öyle söylemiştin?"
Gülümsedi kibirle.
"Tek işime yarayan şey, buradan çabucak ayrılmamız. Onun haricinde işime yarayan bir şey yok, yanlış telafuz ettim; ceza demeyelim, seni gerçek hayat ile yüzleştirmek diyelim!"
"Cezam ne peki?"
Masum bir ifade ile ona baktım. Sanki cezamı hafifletmesini ister gibi.
"Gönül isterdi ki, içimden; sana yaptıklarımı yansıtayım gerçekte sana güzelim ama ikimiz de yanarız."
Bana doğru yaklaşıp, dudaklarımda nefesini hissettirecek yakınlıkta bunu söylemişti.
Dediği şey, bedenimde ateşler oluşturuyordu. Ne diyordu bu adam, sarhoşum diye mi garip tepkiler veriyordum? Evet, evet. Bu durum ancak bu şekilde, açıklanabilir bir hâl alıyordu.
Bedenim gerilirken, gözleri bir anlığına, dudaklarıma kaydı. İçimdeki ateş katlanılmaz bir hâl alıyordu.
Fark etmiyordu umarım, yoksa büyük rezil olurdum.
Yutkunarak ona baktım, elimi temkinli olarak göğsüne bıraktım. Az önceki rezillikten sonra, temkinli olmalıydım. Baygın bir şekilde bakıyordum ona.
"Şirvan.."
Sesim cılız çıkıyordu, sorgular gibi bakmıştı suratıma.
"Çekilir misin, aklım çok karışıyor. Ne diyeceğimi bilmiyorum."
Dudağı yukarı kıvrıldı. Komik mi Şirvan?
Çok yakışıklı görünüyordu. Genelde hep sert olduğunu gördüğüm için, garip geliyordu bu hali.
Sanki direnişimin son neferini de, savaşmak için Şirvan'a yollamış gibi hissediyordum. İçkiden miydi bilmiyorum, ama tam olarak, aklımın karıştığını hissediyordum.
Az önceki potumu düzeltmek adına, gözlerinin içine baktım.
"Sen Şirvan Aşiti'sin. İlk verdiğin sözü tutarsın. Ceza verirsen, kendi sözünü yemiş olursun. Bu da seni güvenilmez biri yapar."
Onu, kendi silahı ile vurmuştum. Gülümsedi. Çok zeki bir adam olduğunu daha önce hiç söylemiş miydim?"
"Dediğim gibi, yanlış kelime seçimi. Sana dediğim şey doğruydu, ceza vermek yok. Sadece biraz gerçek hayat ile özdeşleşmeni istiyorum, mesele bu."
Bunu net bir şekilde söylerken, bedenimin güçsüzleştiğini, ve ayaklarımın beni dik tutamayacağını hissetmiştim. Cümlesine cevap verememiştim.
Şirvan tarafından, bedenimin duvara sabitlendiği sırtım, dizlerimin güçsüzlüğünden duvardan aşağı doğru kayarken, bedenimi kucağına almıştı, çok sarsmadan.
Burnuma buram buram onun kokusu gelirken, gözlerimiz buluştu.
"Ellerini boynuma sar Aden!"
Dediğini, bulanıklaşan zihnimi zorlayarak yaparken, kafamı onun göğsüne yerleştirdim. Umarım yarın, her şeyi unuturdum.
Bu adam da bana, hatırlatacak bir şey yapmazdı. Gerçi o Şirvan Aşiti'ydi. Ne yapacağını kestiremezdim.
Adamın şeyini elleyip, sert demiştim. Ben sanırım maldım. Bu unutulması gerekilen ilk anıydı.
Kokusu burnumu tamamen doldururken, duyduğum şarkı ile gözlerimi kapattım. O kadar agresif ritimli bir dans şarkısı çalıyordu ki. Sesi ise kulaklarımı acıtıyordu.
Tüm bedenimi tamamen ona yasladım. Bedenim, onun kucağında serbest kalıyordu. Gözlerim ise yavaşça kapanıyordu.
"Çiçek, Aden'i benimle, eve götürüyorum. Sonra hesabını soracağım sana!"
Bana karşı ılımlı olan sesi, Çiçek'e karşı o kadar sinirli bir sesteydi ki. Gözlerimi, mayıştığım için açamıyordum.
Adımları, biraz daha hızlanırken, Şirvan beni tek eli ile sarmalayıp, demir bir kapıyı açtı. Bizim, girdiğimiz ilk kapıydı sanırım. Etrafıma bakmaya gücüm yetmiyordu. Bu yüzden açmamıştım gözlerimi.
Bir daha içmeyeceğime kendimi telkin ediyordum. Ki alkolik değildim, bu hatayı bir daha yapmazdım.
"Savaş!" Şirvan'ın sesini net duyuyordum. İçeriden oldukça uzaklaşmıştık o zaman.
"Buyurun amirim?"
Meraklı bir ses dolmuştu kulaklarıma. Bu sesi tanıyordum.
"Eve geçeceğim, Eymen'e söyle. Sizin başınıza o geçsin."
Üzerindeki gömleği, yumruklarımın arasına almıştım.
Ağrılarım beni yiyip bitiriyordu. Başım dönüyordu, gözlerim bulanıklaşıyordu. Bu büyük bir döngüye girmişti sanki.
Her Şirvan'ın kucağında sarsıldığımda böyle hissediyordum.
"Peki amirim. Söylüyorum."
Şirvan'ın başını salladığını hissetmiştim. Ardından yürümeye tekrar başladık.
Araba kapısının sesi duyulduğunda, gözlerimi yavaşça araladım. Güç bulmuştum sonunda. Gözlerimi kısık bir şekilde açıp, etrafıma baktım.
Şirvan da arabaya geçtiğinde, yorgun bakışlarımı tamamen ona çevirdim. Arabayı çalıştırmıyordu.
Dışarıdaki ışıklar bulanık daireler halinde dönüyordu. Gözlerim, Şirvan'ın yüzüne takılırken, onun da gözlerinin bende olduğunu hissetmiştim.
"Önündeki kaputta su ve ağrı kesici var."
Bunu dedikten sonra, arabayı çalıştırmıştı.
Bedenimi zorlayarak, yerimden sıyrılıp, yavaşça kaputa doğru eğilip, aldım ağrı kesici ve suyu.
Yorgun bir şekilde, ilacı içip; suyu da içerken, bakışları üzerimdeydi Şirvan'ın kısa süreli olarak.
Aracı sürmeye döndü. Yandan yandan, onu izlemeye, zihnimin kendine gelmesini bekledim.
Arabanın içinde sessizlik hakimdi, sadece motorun uğultusu kulaklarda yankılanıyordu. Şirvan direksiyonda elleri sıkıca kavramış, gözlerini yoldan ayırmadan ilerliyordu.
Kalabalık bir ana caddeye girdiğinde, başımın döndüğünü hissediyordum.
Ne zaman çıkacaktık buradan? Yolu izlemek midemi bulandırıyordu. Uzun bir yolun ardından bitmişti.
Gözlerim yolun iki yanından hızla geçen ağaçların arasından gökyüzüne dalmıştı. Gözlerim ağırlaşıyor, başımın içi giderek daha da bulanıyordu.
Arabanın hareketleri sanki dalgaların üzerinde ilerliyormuşuz gibi bir his uyandırıyordu içimde. Yattığım yerden kalkıp, dik bir şekilde oturmaya çalıştım.
Midem yavaş yavaş bulanmaya başlamıştı; her sarsıntıda midemdeki dalgalanmayı daha da hissediyordum.
Göz kapaklarımı aralamaya çalıştım ama görüntüler birbirine karışıyor, netliğini kaybediyordu.
Aniden, bu karışık hisler dalgası içinde, derin bir nefes aldım ve yavaşça ellerimi karnıma sardım.
"İyi değilsen durayım."
Şirvan'ın sesi ile gözlerim dolmuştu bir anda.
"İyi hissetmiyorum, midem bulanıyor hâlâ."
Yüzüme, iyi miyim diye bakarken, oldukça endişeliydi.
"İstifra etmen lazım."
"Aslında etmiştim, ama hala bulanıyor."
Ağzımdan inleme ile karışık bu cümleler dökülürken, arabayı yavaşca arabaların olmadığı bir şeritte durdurup, arabadan indi, benim kapıma doğru yürüdü.
Kapımı açmıştı.
"Biraz nefes al, temiz hava iyi gelir."
Ona tutunarak araçtan inip, ona sarılmıştım, düşmemek için. Beraber, onun arabasına yaslanırken, önümdeki karanlığa bakıyorduk. Önümüzde bir su sulama kanalı ve birkaç kurak araç vardı.
Şirvan, kafamı omzuna yaslamamı sağlamıştı.
Burnum yine onun erkeksi kokusu ile dolarken, eli belime dolanmıştı.
"İyi hissettiğinde söyle bebeğim!"
Kafamı yavaşça sallamıştım. Bebeğim, dur bir adam ya. İçim zaten mallaşmıştı.
Temiz hava ve Şirvan'ın kokusu, biraz olsun bedenimin gevşediğini hissetmiştim.
Yaklaşık yarım saat bile, beni bu denli rahatlatmıştı. Gözlerim, açık kalmakta zorlanıyordu.
Bir anda, sessizliği arabanın içindeki telefon bölmüştü. Benim telefonumun melodisiydi bu.
Arabada, yanan sönen ışıktan nerede olduğunu kolayca görüyordum. Ben oraya gidecekken Şirvan durdurup, beni düşmemem için arabaya doğru sabitleyip, telefonu arabadan aldı. Ardından, az önce durduğu yere geri geldi.
Beni kendine yaslamıştı yine, az önceki gibi. Şirvan'ın elindeki telefona baktığımda, arayanın Çiçek olduğunu görmüştüm.
Telefonu elinden alıp, telefonu açtığımda; Şirvan bana fırsat bırakmadan, hoparlöre vermişti telefonu. Göz devirdim, bir şeye de meraklı olma Şirvan Aşiti.
Heyecanlı bir ses karşı taraftan duyulmuştu.
"Alo, Aden. Abim gitti mi yanından?"
Sesi de oldukça telaşlı çıkıyordu.
Ne diyeceğini bilmiyordum. Tam cevap verecektim ki, Çiçek benden önce davranmıştı.
"Gerçi nöbeti bırakıp, seninle kalmaz. Adam kafasını görev ile bozmuş. Çok özür dilerim Aden, senin başını belaya soktuğum için. Bir de kaçacağımıza falan inandım abimden. Çok özür dilerim, ve benim sana acil söylemem gereken bir şey var! Abim bilirse muhtemelen ikimizi de vurur. "
Şirvan'ın nefesini kulağımda hissetmiştim. Bu adam niye yakınıma geliyordu, yakınıma gelince bir şeyler oluyordu içimde?
Burada olduğumu belli etme demişti. Kaşlarım çatılmıştı.
Tam konuşmaya devam edecekti ki, konuşmasını hızla böldüm.
"Çiçek, konuşma! Şirvan yanımda."
Onu ispiyonlamamı beklemiyor gibiydi. Bana, kaşları çatık bir şekilde bakarken, Çiçek'in ağzından hafif bir şaşırma çığlığı döküldü. Hemen telefon kapanmıştı.
Şirince gülümseyerek, ona tatlı tatlı baktım.
"Ekmeğine yağ sürmem Aşiti, arkadaşıma da ihanet etmem." Dedim alaycı bir cümle ile.
Yüzüne, ne hissettiğini bilmediğim bir ifade ile bakıp, yanımdan sıyrılarak; hırsla üzerime yürüdü. İki tarafımdan, elleri ile beni kendine hapsederken, gözlerini gözlerime hapsetti.
Çıkış alanım yoktu.
"
Seni korkutmak şart oldu!"
Alaycı bir ifade ile bana bakarken, dik dik baktım suratına. Yüzünde garip bir ifade vardı, bir anda eli, daha önce hiç görmediğim bir şekilde kalktı. Sert ve güçlü şekilde. İçimde bir ürperti oluştu.
Bir anda korku ile geri çekilip, elimi yüzüme siper ederken, eli başımın arkasında hissettim. Beni kendine doğru çekti. Yüzümü ona doğru çekmek için, elini öyle hareket ettirmişti. Vurmak için değil.
Nefesimin göğüs kafesinde attığını hissediyordum. Seni korkutmak şart oldu, dediğinde bana vuracağını düşünmüştüm.
Elimi yüzüme siper etmiştim, kendimi korumak için.
Elimi yüzümden yavaşça çektim. Nefesimin hala göğsümü deldiğini hissediyordum.
Eli, saçımın arasında dolaştığında, bedenimin titrediğini hissetmiştim. Uzun parmakları, saçlarımın arasında nazikçe dolaşırken, gözlerimin yandığını hissediyordum da keza
Tuzlu bir sıvı yanaklarımdan akıyordu, gözlerimi açmadım. Ne hissedeceğimi bilmiyordum. Şirvan'dan bunu nasıl beklediğimi de bilmiyordum.
Ama onu daha yeni tanıdığım için, yapmayacağını da hiç düşünmemiştim. Şirvan'a haksızlık yapmışım gibi hissetmem normal miydi?
Uzun bir bekleyişten sonra, sol yanağımda, gözyaşlarımın üzerinde onun dudaklarını hissetmiştim. Şaşkınlık ile, nefesimi kontrol etmeye çalışıyordum.
"İki dakikan var Aden, sana bunu yapanı söylemek için."
Titrek bir ifade ile, gözlerimi açarak ona bakarken, gözlerimin biraz daha sulandığını hissediyordum. Dudaklarımı dişlerimin arasına aldım, gözlerinin içine bakmıştım. Bu konuyu konuşmak istemiyordum.
"Konuşmak istemiyorum bunu."
Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum, Şirvan ağzından bir şey mırıldanarak, bana doğru eğildi.
"Aden, az önce olanlar için özür dilerim. Seni korkutmak değildi hedefim, en azından eskiden maruz kalmış olduğun; bu iğrenç tavrı sana düşündürtmek hedefim değildi."
İlk defa onu, kendi isteği ile özür dilerken görmüştüm. İçimde garip bir burukluk olmuştu.
"Benim hatam, tamam gıcık adamın tekisin ama böyle biri değilsin. Kötü biri de değilsin, böyle bir şey düşünmek hataydı. Özür dilerim."
Gözlerim hala dolu doluydu. Şirvan'ın yüzünde ise düşünceli bir ifade vardı. "Birbirimizle zıtlaşmak dışında, çok konuşmuyoruz. Tanımadığın birinden her şeyi bekleyebilirsin. Özür dilemene gerek yok Aden."
Ciddiyet ile bunu söylerken, gözlerine derinlemesine baktım.
"Sana bazen haksızlık ediyormuşum gibi geliyor."
"Ne zaman istersen anlat Aden, tercihim şimdi anlatman ama. Muhtemelen yarın her şeyi unutmuş olacaksın."
Gözlerine derin derin bakmıştım. Buraya geldiğimden bu yana, beni hep korumuştu bu adam, ama şimdi net şekilde hissediyordum sanki.
İçimde oluşan dürtü ile, gözlerim dolarak ona baktım.
Ardından içimde oluşan dürtü ile, ayaklarımda yükseldim. Ellerimi boynuna sardım, o kadar uzundu ki, boynuna sarıldığım an, üzerime eğilmek için zorunda kalmıştı.
Bendeki neyin cesaretiydi bilmiyorum ama, yarın her şeyi unutacağımı düşündüğüm için rahattım sanırım.
İçimdeki, ben olmayan kişi ile savaş veriyormuşum gibi hissediyordum, ama Şirvan'ın benden özür dilemesi, bu konu yüzünden özür dilemesi beni iyi hissettirmişti. Acılarımın duyulduğunu hissettirmişti.
Sarhoşluğun verdiği mayhoşluk ile, dudaklarımı onun dudaklarına bırakmıştım. Ne yaptığımı bilmiyordum tam olarak. Sadece, içimden geleni yapmıştım.
Umarım yarın hatırlamazdım cidden. Bu gecenin hepsini unuturdum.