uzun ve yoğun
bir bölüm oldu,
lütfen paragrafları
öylesine atlamayın olur mu
yorum yapmayı unutmayın diye büyü
(∩`-´)⊃━━☆゚.*・。゚
lithe, pessimist
"Şu küçücük dünyada herkes incitilmiş, isimsiz; herkes yanlış yerde."
Böyle demiş, Fernando Pessoa. Yaklaşan dönem sonuyla birlikte teslim etmesi gereken ödevlerin biri için araştırma yaparken görmüştü bu yazıyı Taehyung. Gözünün tanıdığı bu yazıyı ruhu da en az onun kadar gerçeklikle yakaladığında gecenin bir yarısı ekrana düşen gözlerinde sevgilisinin çantasında gördüğü ucu kırışmış, yaprakları sararmış, sayfaları parça parça birbirinden ayrılmış tek kitabın 102. sayfası canlanmıştı.
Henüz yeni yeni tanıştıkları dönemdi, onun kitap okuduğunu düşünmezdi -hâlâ daha düşünüyor değildi ancak yine de yanında bir kitap vardı ve o da buydu işte. Durmadan kitaplar okuyan biri olsaydı onun için böylesine özelmiş gibi hissettirmezdi ancak Jungkook okumazdı; yaşardı, koşardı, hata yapardı, öperdi, sevişirdi ve soluk soluğa bugününü dün ederdi.
Tam bu noktada onda bunu görebilmek Taehyung için heyecan verici ve merak uyandırıcıydı. Düşündürücü, nasıl geçtiğini anlamadığı dolusuyla birkaç ayın sonunda soluklandırıcıydı. Kendisinin de yıl sonunda dergiye vereceği yazıda bahsettiği huzursuzluğun kitabında yazıyordu işte bu ufak paragraf. Ekranı, kitabı kapatıp vaktin geldiğini anladığında kalkıp sevgilisi için en güzelinden ve en özelinden hazırlanırken de aklındaydı yazılanlar.
Jungkook. Biricik sevgilisi, incitilmiş, isimsiz ve yanlış yerde. Onu değiştirip biçimlendirerek sevmek değildi niyeti ancak biliyordu ki sevgilisi de bilmezdi kime ait olduğunu, kim olduğunu ve nerede olduğunu.
Taehyung düşünceleriyle, ödevleriyle, hayatıyla ve tüm bunların karşısında ama en üzerinde duran Jungkook'u ile kendi içinde savaşırken en başından beri o partiye tüm bunlara yanıt vermek için gittiğini bilerek öyle özveri ve öyle emin hazırlandı ki... Üzerine geçirdiği beyaz saten gömleğinin birkaç düğmesini açık bırakmış, kumaşın esmer teninde denizin üzerinde ilerleyen akşamüstü kayığı gibi usulca süzülmesine izin vermişti. Beyaz bol pantolonu uzun bacaklarından aşağı kusursuz bir biçimde dökülüyordu, en sevdiği kokusunu tenine hapsetmişti . Saçları parlaktı, gecenin tüm ışığı saçlarından yansıyordu. Bir ressamın var olan tek tablosu kendisiymiş gibi bir özgüven ve zarafetle büyük partinin verildiği eve doğru ilerlerken nefesini tuttu, eve adımını atar atmaz kendisine çevrilen bakışlara karşı sakin görünmeye devam etti.
Herkes siyah giyinmişti, partinin konsepti buydu bunu özellikle kendisi arzulamıştı çünkü buraya beyaz giyinerek gelmek istemişti. Herkesin onu görmesini, bu gece tüm güçlüklerini aşmayı resmetmişti zihninde. Hayal ettiği gibi de olmuştu, herkesin gözü ondaydı. Kim Taehyung, okulun parlak çocuğu bir partideydi ve bu parti Jeon Jungkook gibi bir baş belasına aitti ama ne bela... Taehyung'un her gece uykuya dalmadan önce başına sardığına minnettar olduğu türden işte. Buraya geliş amacı açık ve netti, herkes birbirlerine ait olduklarını görsün diye gelmişti bu parti için sırf bu yüzden ısrar etmişti.
Bakın demek istiyordu, o bana ait. Onun güçsüzlükleri, gücü, yaraları, izleri, dudakları, vücuduna kazıdıkları, kazıyacakları, piercingleri, dağınık saçları, boynundan çıkarmadığı zincir kolyeleri, beyaz teni- Jeon Jungkook ve onu o yapan her şey ona aitti.
Bakışlarını insanlarda gezdirmemeye özen göstermedi, bunun için çabalamasına dahi gerek yoktu gözleri kendiliğinden tüm insanları es geçiyordu. En ilgi çekici görüneninden en sıradanına, partinin daha ortalarıyken çoktan sarhoş olmuşlardı davranışları savsak ve gereksizdi. Görülecek hiçbir şey yoktu, kahverengi gözlerinin aradığı tek şeyi biliyordu ve bahçe kapısının yanında sırtını kapıya dayamış, parmaklarının arasındaki sigarasını dudaklarının arasına yerleştiren sevgilisini görmesi zaman almadı.
Simsiyahtı, siyah muhtemelen onun için yaratılmıştı. Herkesin aksine üzerine ceket giyinmemişti, siyah gömleğinin kollarını hafifçe yukarı kıvırmış - ki bu tenini porselen gibi ortaya seriyordu- ellerinden birini bacaklarına oturan pantolonunun arka cebine yerleştirmişti. Gözleri telaşla etrafa bakıyordu, Taehyung'un gelip gelmeyeceği konusunda endişeliydi. Gelmezse onsuz partide eğlenmeyeceğinden dahi emindi. Birini sevince sanırsa böyle oluyordu, tüm yaşam fonksiyonlarını ona adamış gibi hissediyordu. Artık Taehyung dışındaki bir şeylere üzülmüyor, sevinmiyor, onunla ilgili olmayan hisler yapay geliyordu.
Taehyung heyecanlı adımlarını sevgilisine yönlendirmiş, birkaç büyük adımda yanında bitmişti. Bedenini onun bedeninin yanına konumlandırıp omuzlarını birbirine değdirirken "Pişt, yalnız mısın?" Dedi.
Jungkook'un ifadesiz dudakları duyduğu sesle yukarı kıvrılmış, dudaklarının arasındaki sigarayı yere bırakarak siyah sneakerlerinin topuğuyla bahçeye doğru attığı izmariti ezmişti. Dili tatlı tatlı dudaklarını okşarken önce cıklamış ardından "Beyaz atlı bir prens bekliyorum, o sen değilsen lütfen beni oyalama." derken yüzünü Taehyung'a çevirmişti. Gözleri hazine bulmuş gibi irileşmiş, o an neden herkesin onlara baktığını çok iyi anlamıştı. Taehyung bembeyaz giyinmişti, herkes siyah gelsin diye özenle tembihleyip böyle gelmişti ve bu Jungkook'un aklını oynatacak gibi hissetmesine yetmişti.
"Çok-"
"Çok ilgi çekiciyim değil mi- senin ışığını gölgelerim diye korktun mu?" Taehyung sorusunu sorarken yüzündeki şımarık ifade üzerine saatlerce iç çekilecek türdendi. Dudakları öne doğru büzüşmüştü, kaşları havalanmıştı ve kendinden emindi.
"Sen hep gölgele beni, gıkım çıkmaz."
İşte şimdi, iç çekme sırası Taehyung'a geçmişti. İlişkilerinin dinamiği böyle ilerliyordu. İplerin kimin elinde olacağı, kimin boynuna dolanacağını ikisi de kestiremiyordu. Birbirlerini sevmek isterken mahvediyor, mahvetmek isterken kendileri ateşe tutulur gibi sızlıyorlardı.
Eski bir inanışa göre her iç çekişte kalp bir damla kan kaybedermiş, şüphesiz ikisinin de kalbinde kan çoktan tükenmişti.
"Çok yakınsın bana, bir de giyinmişsin böyle insanlar da bakıyor. Uzaklaşmak istersen biraz Jennie ve Lisa ileride."
Sohbet tam böyle ilerlemeliydi, bunları duymayı hayal ederek gelmişti buraya. Taehyung'un suratındaki ifade duyduklarıyla daha da arsızlaşıp tatlılaşmıştı.
"Haklısın." dedi ve devam etti "Haklısın, buradan uzaklaşsam iyi olur." Bedenini bir adım öne atıp, arkaya uzattığı elini Jungkook'un eline sardığında suratında sadece yaramaz bir gülümseme vardı. Adımlarını hızlı hızlı herkesin bulunduğu arka bahçeye atarken, ellerinin arasındaki iri bedeni de sürüklüyor. Arkasından gelen hızlı solukları duyabiliyordu. Kalbinin atışlarını kulaklarında - hayır ağzında belki vücudunun her noktasında attığını hissediyordu.
Ayağından inatla çıkarmadığı beyaz converselerini çimlere sürüye sürüye bahçenin ortasına ilerlerken Jungkook'un arkasından sessizce "Taehyung" dediğini işitti ancak cevap vermek istemedi, cevabını zaten vermek üzereydi. Sevgilisini, sevgisini saklamak istiyor değildi hislerini içinde tutmak istiyor değildi. Onunla olmaktan utanmıyor ya da çekinmiyordu aksine şimdi, gururla yapacaktı ne yapacaksa. Bahçenin tam ortasında durduklarında, zaten üzerlerinde olan gözler tamamen onlara odaklanmıştı. İnsanlar arasında fısıldaşlamaya çoktan başlamışlardı.
İkisinin de yüzü birbirine dönüktü, Taehyung'un göğsü hızla inip kalkıyordu. Jungkook onun tam gözlerine bakıyor, ne yaptığını anlamaya çalışıyordu. İşte o an, Taehyung o günü anımsadı. Jungkook'un kendini zorla götürdüğü o partiyi, onun yanında yine saatinin duruşunu. Gözlerini hiç çıkarmadığı kol saatine çevirdi, yine durmuş olduğunu görebiliyordu.
O gece o partide Klimt'in The Kiss'ini görüp dakikalarca tabloyu incelediğini, tablonun gerçekliği üzerine uzun uzun düşündüğünü hatırlaması gecikmedi. Erkek kadını öper, bedenleri birbirleriyle denk görünür. Birbirlerine verdikleri öpücükle ikisinin kıyafetlerinin renkleri birbirine karışır, adamın bedeni kadının vücudunu bir battaniye gibi sarar. Birini öpmek bir bütün olmaktır diye fısıldar her fırça darbesi. Şimdi dedi Taehyung içinden, siyahla beyaz birbirine karışsın. Ardından bu kez sesli söylemek için araladı dudaklarını "Birbirimize karışalım Jeongguk." Ve dudakları uçan bir güvercinin kanadından düşen tüymüşcesine bir hafiflikle pembeliklerini sevgilisinin kendisine kıyasla soluk dudaklarına bastırdı.
Bu görüntü masalsı olmaktan çok, gerçekti. Taehyung'un kafası ya da düşünceleri karışmış değildi, aşk sarhoşu olmuş değildi. Gerçekti, öpücüğünün her saniyesi, Jungkook'un aldığı öpücükle güzel gözlerini kapatıp ellerini küçük prensinin beline yerleştirişine kadar her anı gerçekti. Dudaklarının sıcaklıkları birbirine değdiğinde, Taehyung aldığı tadın zevkine varır gibi aynı anda gülümsemiş ve dudaklarını birbirinden ayırmıştı.
İşte şimdi bu minik öpücük, yaşadıkları onca anın içinde en küçüğü ya da en basiti gibi görünürken aşkın her zaman en yüksek nokta olmaktan çok zamansız anlarda verilen öpücüklerin büyüsünü hissetmek olduğunu kazımışlardı ikisi de kafalarına.
×
"Hayatımda gördüğüm en iyi sahneydi, videoya falan almalıydım."
Jennie başı Lisa'nın omzunda karşısındaki en yakın arkadaşına gururlu bir ifadeyle bakarken kedi suratını buruşturmuş ve etraftaki insanlara bakarken konuşmasına devam etmişti "Herkesin deliye döndüğüne eminim. Kızları görmeliydin, ikinizi de birbirinize kaptırdıkları için ağlamak üzerelerdi."
Taehyung suratındaki gülümser ifadeyi yarım saattir bir türlü silememişti, söylenen her şeyi aptal aptal gülümseyerek dinliyor ve onaylıyordu. Kalbi hâlâ yerinden çıkacak gibi atıyordu, bunu yaptığı için hissettiği rahatlıkla bedenini ele geçiren sevgi krampları büyük bir tezatlıkla ilerliyorlardı. Gözlerini bahçeye çevirip sevgilisini aradı, öpücükten sonra lavaboya gitmek için eve girmişti ve yarım saattir ortada yoktu.
"Siz Jeongguk'u gördünüz mü?"
Lisa "En son lavaboya gitmemiş miydi? Heyecandan bayılmıştır seçeneğine bahis oynuyorum." dediğinde Jennie başıyla kız arkadaşını onaylarak konuştu. "Gidip bir bak, bayılmışsa öperek uyandırırsın artık."
Taehyung çok gecikmeden hızla bahçeden çıkıp evin siyah merdivenlerini tırmanırken içindeki heyecanı bir türlü dindiremiyordu. Baş başa kalabildiklerine göre, dudağı için istediği dövmeyi almak için doğru bir zaman diye düşündü. Merdiveni tırmandığında, karşısındaki girilmez tabelalı odayı görüşüyle tekrar gülümsedi. Önce hafifçe kapıyı tıklattı, bir karşılık alamamıştı. Geçen iki dakikanın ardından sayısız kere sayısız sertlik dereceleriyle kapıyı tıklatmıştı ama bir şey duymamıştı. Merakla kulağını kapıya dayarken, içeriden duyduğu nefes sesleriyle kafasını sağa sola sallayıp elini kapının koluna yerleştirdi.
"Benden saklanıyorsun, bu kadar utanacağını bil-"
"Jungkook?"
Cümlesini tamamlayamadan endişeyle onun adını söylemiş olmasının nedeni odanın ortasındaki halının üzerinde iki büklüm olmuş bedeni görmesiydi. Koşar adımlarla yanına gidip yere dizlerinin üzerine çöktüğünde, altındaki beyaz pantolonunun dizinde aniden hissettiği ıslaklığın ve Jungkook'un dudaklarının kenarında gördüğü akıntının sebebinin kusmuk olduğunu anladığında gözlerinin dolmasına engel olamamıştı. Ne yapacağını bilemeden ellerini onun üzerine yerleştirdi, tir tir titriyordu. Tüm bedeni deprem yaratır gibi sallanıyordu. Yarım saat önce kuru olan saçları terden sırılsıklam olmuştu. Dudaklarını birbirine bastırmıştı, göz bebekleri yuvalarından çoktan uzaklaşmıştı.
"Hayır-" dedi ama cevabın evet olduğunu biliyordu. Daha onun uyuşturucu kullandığını gördüğü ilk gün yoksunluk krizleriyle ilgili tonlarca makale okumuştu. Hayır demenin bir faydası yoktu, başını güçlükle önündeki kas katı bedenin göğsüne yasladı, kalp atışlarının ne kadar yavaşladığını fark etmiş, tutamadığı göz yaşlarının içinde cebindeki telefonuna uzanarak yapması gerekeni yapmıştı.
×
"Orospu çocuğu." dedi "Orospu çocuğu." tekrarlıyordu, o evden çıktığından beri durmaksızın söylediği şey buydu. Ağlamaya devam ediyordu, elinin tersiyle inatla gözlerini kuruluyor ama yerine yenileri ekleniyordu. Yüzü kızarmıştı, üstü başı bok gibi bir haldeydi. Adımlarını öyle hızlı atıyor yumruklarını öyle fazla sıkıyordu ki öfke tüm bedenini ele geçirmişti. Sevgilisini o hâlde görmüştü. Uzun bir gelecek planladığı Jungkook'u odasında az kalsın sikik uyuşturucu krizi yüzünden ölmek üzereyken bulmuştu. Sağlık görevlileri onun kaskatı bedenini sedyeye yetiştirmeye çalışırken, nefes almasını sağlamak için güçlükle ağzını açtıklarında iç dudağındaki v dövmesini görmüştü.
Başını yerden kaldırarak yanından geçtiği tüm tabelalara baktı, nereyi aradığını biliyordu. Tipsy diye aptal bir barı arıyordu, onların her zaman orada olduğunu biliyordu. Jungkook'la konuşmalarından birini anımsaması uzun sürmemişti.
"Jae- sung satıyor. İlk ondan almıştım. Babası bildiğin bir uyuşturucu baronu ve bence tüm ülke bunun farkında ama kimsenin sikinde değil. Okulda satıp herkesi batırmaya devam ediyor. Öylesine bir barı mesken edinmişler, önce sana ufak bir hap veriyor. Kolayca erişebileceğini düşünüyorsun ama daha fazlası için mekana gitmen gerekiyor."
Gördüğü ışıklı Tipsy tabelasıyla bir dakika bile düşünmeden barın ağır demir kapısını iterek içeri girdiğinde. Yüzüne çarpan ağır dumanla burnunu kırıştırmıştı, içeride yoğun bir ter ve alkol kokusu vardı. Sahnede sarışın bir çocuk kulağını sikebilecek derecede bir gerginlikle bagetlerini baterisine vuruyor, hoparlörlerden rahatsız edici cızırtılarla müzik yükseliyordu. Fark ettiği barmene doğru ilerleyip sesinin duyulması için çabalayarak "Jae Sung, onu arıyorum. Burada mı?" dedi. Barmen önce Taehyung'u süzmüş, kusmuk içinde olan pantolonunda oyalanmıştı. Yine de bu durumu çok siklemedi, kaşlarıyla ilerideki masalardan birini işaret etti.
Taehyung arkasına dönüp çok da yabancı olmadığı yüzü gördüğünde masaya doğru yürümüş ve Jae'nin karşısında durmuştu. Jae onu tanımıştı, tanımamasına imkan yoktu. Onun gibi piçler zehirleyebilecekleri ve parasının tadına bakabilecekleri herkesi ezbere bilirlerdi. Okulun en zeki çocuğunu burada karşısında gördüğünde, suratına gerzek bir sırıtış yayılmıştı. Jeongguk gibi kendisinden mal alacağını düşündü, masadan kalkıp Taehyung'a ilerledi ancak adımlarını daha fazla yaklaştıramadan suratına yediği yumrukla masanın üzerine düşmüştü.
Mekandaki müzik aniden kesilmiş, tüm kalabalık birbirine girmişti. Taehyung hıncını alabilmiş değildi "Siktiğimin piçi." Dedi, masanın üzerine düşmüş olanın karnına sert bir yumruk daha geçirdi. "Senin yüzünden." derken yumruklarına devam ediyordu. Ellerinin acıdığını hissediyordu, gözlerinin ıslaklığı hâlâ kurumamıştı ama buradaydı ve gecenin bir saati ipsiz bir barda bir uyuşturucu satıcısını yumrukluyordu.
"Ya kaybedersem onu, ne yapacağım onsuz?" diye bağırdı son sesiyle.
Bir yumruk daha atmak için elini kaldırdığında saçlarından tutulup yere fırlatılışıyla bedeni düştüğü yerde kalmış, üzerine düştüğü omzunda hissettiği acıyla inlemişti. Kim olduğunu bile görmediği birisi onu yere fırlatırken, kalkmaya çabalamış ancak karnına yediği sert tekmeyle biraz bile olsa hareketlendirdiği bedeni tamamen barın pis zeminine yapışmıştı. Birkaç saat önce parıl parıl parlayan kıyafetleri şimdi resmen boka batmıştı, zorlukla ağzını açtı "Hepiniz bir sürü orospu çocuğu-" cümlesini tamamlayamadan bu kez bedeniyle onun seviyesine inmiş Jae'nin yumruğunu suratının tam ortasına yediğinde burnundan akan kanın tadını araladığı dudaklarında hissetmişti.
Başı düştü, burnundan akan kan saten gömleğinin yakalarını kırmızıya çevirdi. İlk defa kan tadı aldığını anımsadı, ağlamaya devam etti. Görüşü bulanıklaştı önce, buna rağmen çektiği acı öylesine netti ki. İnlemelerinin arasına "Jeongguk" adı karıştı. "Ya sana bir şey olursa-" işte bu kadardı. Gözleri kapanmış, gözlerinden akan yaşlar yanaklarında saniyesinde kurumuştu. Başlamak ve son bulmak bu kadar basitti aslında. Taehyung bu günü, sevgilisinin çantasında gördüğü uçları kıvrılmış eski bir kitabın anısıyla başlatmış, dudaklarına jk harfleri kazılı bitirmeyi arzularken dudaklarına dolan bir ağız kanla bitirmişti.
Hepimiz kendi dışımızdaki koşulların tutsağıymışız sahi, Pessoa yine haklıymış.
×
KIZLARIM
🥺
yaşamamız gerekiyordu bu bölümü, umarım benimle hissettiniz ve tattınız her şeyi.
bölümle ilgili eleştiriniz ya da düşünceniz varsa buraya alabilirim,
ağlamak isterseniz omzumu size rezervletrim bugün
ÖPİM HEPİNİZİ