Kü?ük bir mucizenin, ü? büyük kalbi nas?l de?i?tirdi?ini anlatan s?cac?k bir hikaye.
---
Zeynep, zor bir hayat?n ard?ndan gen? ya?ta kansere yenik dü?er. Ancak g?zlerini yeniden a?t???nda, bu kez kü?ük bir bebek olarak dünyaya gelmi?tir. Art?k ad? M...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
___
Tam tamına 6 aylık olmuştum! Evet, koca bir yarım yıl! O kadar uzun yaşadım ki... Neredeyse vergi dairesine kayıt yaptırıp emeklilik planı yapabilirdim. Amma hayat pek de değişmemişti. Eğlence kaynaklarım azalmıştı, evet. Özellikle abileri sinir etme planlarımın artık pek bir heyecanı kalmamıştı. Ne yaparsam yapayım alıştılar. Bir zamanlar çığlık atınca panikleyip duvarlara tırmanan Alp, artık sadece gözlerini devirip "Yine mi sen?" diyordu.
Günün büyük çoğunluğunu hâlâ uyuyarak geçiriyordum ama artık uyanık kaldığım süreler artmıştı. İşte bu, ev halkı için gerçek bir felaketti. Çünkü uyanık bir Mira, huzurlu bir evle asla bir arada bulunmaz.
Bu hafta bir başka kabus daha vardı: Alp'ın sınav haftası. Alp sabahları gözlerinin altında bavul büyüklüğünde halkalarla uyanıyor, kahvesini içmeden insanlığa dair tüm umudunu yitiriyordu. Alas desen, şirkette Atlas'a yardım etmekle meşguldü.
Ama bu gün bir farklılık vardı: Evde üç abi de aynı anda bulunuyordu. Bu, ev halkının yılda bir kez yaşadığı doğaüstü olaylardan biriydi. Meğersem Atlas'ın üniversite arkadaşları geliyormuş. Bir de utanmadan "Mira'yı da gösteririz, tatlı bebek yaa" dediler. Pardon da ben sirk maymunu muyum?
Hizmetçi, üstüme pembe çiçekli fırfırlı bir elbise geçirdi. O kadar süslüydüm ki, kendimi oyuncak bebek kutusuna hapsedilmiş Barbie gibi hissediyordum.
Kapı çaldı. Alp içeri girdi, göz göze geldik. Bakışlarımız buluştu. Onun gözlerinde "hadi yapma Mira, bugün iyi ol," vardı. Belli ki misafirlerin yanında sıkıldığımda çıkardığım MİNİ ağlama konserlerimden birini vermemden korkuyordu.
Salon kalabalıktı. İçeri girince birden herkesin gözleri bana döndü. Sanki Mona Lisa odaya yürümüş. Misafirlerden biri gözlerini kocaman açtı, "Aman Allah'ım! Bu kadar tatlı bir bebek olabilir mi?" dedi.
Üzerime eğildiğinde o kadar heyecanlıydı ki bir an "acaba bu da mı parfüm bombası?" diye düşünmeden edemedim. Üç ay önce bahçede karşıma çıkan o parfümden gözlerimi yaşartan ablayı anımsadım. Hani neredeyse kokusuyla beni bayıltacaktı ya... Amma bu kadın ondan farklıydı. Evet, yine aşırı enerjik ama bu biraz daha... nasıl desem... nefes alınabilir bir versiyon.
Kucağa gitmek mi? Yani, çok da bayıldığım bir aktivite değil. Ama seçenekler belli: Ya şovumu yapar, ağlama senfonisinin son notasına kadar çıkarım -ki bu herkesin huzurunu bozar, özellikle de benim- ya da uslu bir bebek moduna geçip, "Ay çok yorgunum ben, biraz bayılacağım şimdi" bakışı atarım. İkinci seçenek hem daha az zahmetli hem de itibarımı koruyor. Her zaman kaos kraliçesi olmak zorunda değilim, arada stratejik suskunluk da işe yarar.
Ben daha iç sesimle takılırken, Alp çoktan beni usulca o kadının kucağına uzattı. Gözlerim kocaman açıldı. Aman Allah'ım! Bu ne rahatlık? Bu ne denge? Bu kadın kim? Profesyonel bebek taşıyıcısı mı? Sırtımda bir gram boşluk yok. Kafam öyle güzel desteklenmiş ki... üç aydır Alp, Atlas ve Alas'la yaşadığımı sorguladım. Demek ki düzgün tutulmak böyle bir şeymiş. Bir an kendimi pamuklara sarılmış gibi hissettim. Neredeyse "buraya yerleşebilirim" diye içimden geçirdim.
Atlas hemen durumu fark etti tabii. Gülerek, "Mira yerinden baya memnun gibi görünüyor," dedi. Bravo Atlas, gözlem yeteneğin Sherlock Holmes'le yarışır.
Kadın da gülümsedi. "Bebek tutmakta iyiyimdir," dedi gururla. "Küçük kardeşim doğduğunda 16 yaşındaydım. Onu neredeyse ben büyüttüm diyebilirim. İnsan alışıyor böyle olunca."
Ah, alışıyor tabii... Keşke bizimkiler de biraz alışsaydı.
O sırada yanımıza bir başka misafir geldi. Sarı saçlı, mavi gözlü, Alp'ın biraz daha kaslı versiyonu. Elleri biraz büyük, biraz gergin. Hafif terlemiş gibi. "Ben de tutabilir miyim?" diye sordu.
İçimden "Tutma! Rica ediyorum tutma!" diye bağırdım ama tabii kimse altı aylık bir bebeğin iç sesini duyamıyor. Bu bir trajedi.
Ve evet, beni uzattılar. O an içimden minik bir veda mektubu geçti. Elveda huzur, elveda yumuşak destekli kollar...
Sarı çocuğun kucağına geçince... yani... nasıl anlatsam... sanki bir kasa domatesin üzerine bırakıldım. Sırtım eğik, kafam sallanıyor, bacaklarım garip bir pozisyonda havada. Resmen Picasso tablosu gibiyim. Modern sanatın vücut bulmuş hali.
Ama çocuk o kadar panik haldeydi ki... Yüz ifadesi, "bir yanlış yaparsam bu bebek patlar mı?" sorusuyla doluydu. Sanki elinde camdan yapılmış, içi sıvı dolu, patlamaya hazır bir top tutuyordu. En büyük sorun ise ağlasam beni refleksle havaya fırlatabilir gibi bir enerjisi vardı. Ağlamamaya karar verdim. Ne olur ne olmaz.
Derken önceki profesyonel abla dayanamayıp, "Yanlış tutuyorsun," dedi. Hah! Nihayet biri konuştu! Sağ olasın bacım, dualarım seninle.
Böylece yeniden, güvenli limanım olan Atlas'ın kucağına döndüm. Atlas da maşallah, benim için kaslı ama yumuşak yastık gibi davranıyor. Sırtımı güzelce düzeltip başımı yasladı. Tam puan verdim.
Normalde uyuyor gibi yapacaktım ama... ilgi odağı olmak fena değilmiş ya. Herkes bana bakıyor. Gözler parlıyor, kahkahalar atılıyor, iltifatlar yağıyor. "Ay bu ne tatlılık!", "Gülüşe bakın!", "Kaşlara bak kaşlara, kesin Alas'ın!" yorumları havada uçuşuyor. Minicik bir gülümseme gösterdim -hepsi çığırından çıktı. Biri "video çekin hemen!" dedi, öteki "şapka takalım çok komik olur!" diye önerdi. Yani arkadaşlar... sahne benim artık. Kimse Atlas'ı umursamıyor.
Görüşmenin amacı neydi bilmiyorum ama net bir şekilde konu ben oldum. Sonra bir de bana hediyeler açmaya başladılar. Biri kitap almış (güya bebek kitabı ama en az 300 sayfa), biri tavşan peluşu getirmiş (üç saniyede kulağını kemirdim), biri de oyuncak getirmiş ama... o sonuncusu... işte o oyuncağa BA-YIL-DIM!
Simsiyah bir pelerin giymiş, gözleri zümrüt gibi parlayan, havalı mı havalı bir yaratık. Tipi biraz gizemli, biraz da tehditkâr. Ama tam benlik. Ona bakınca "bu oyuncağın da bir hikayesi var" diyesim geliyor. Sanki pelerinin altından gizli bir görev için gönderilmiş gibi.
Sanırım en çok onu sevdim. Göz göze geldik bir ara. "Sen ve ben, bu evde yeni bir dönem başlatacağız," der gibi baktım ona. O da bana baktı.( şüpheli)
_________
Merhaba, nasılsınız bakalım. Bu aralar yeni bir kitap yazmaya başladım ve arkadaşım yeni bölümler yazıp ona atmam için beni tehdit ediyor🥹
Amma yinede bu kitabı da bırakmayı düşünmüyorum, endişelenmeyin.
Bu arada sizce bundan sonra neler olsun?
Ben hızlıca Mirayı biraz büyütmek istiyorum çünkü ilk kez konuşacağı ve ya yürumeye başlayacağı kısımları yazmak için sabırsızlanıyorum.
Bu arada ben Alp'in saçlarını ilk bölümlerde siyah yazmışım amma aslında sarı. ' Limon kafa' isminden de anlayacağiniz gibi. Neyse, ben o kısmı değişirim.
Merak edenler için: Atlas: Siyah saç, mavi göz Alas: Siyah saç , yeşil göz Alp: Sarı saç, yeşil göz
Mira için ilk kez aynaya baktığı bir bölüm yazacağım. O zaman öğreneceksiniz.
Neyse hoşçakalın, vote ve yorum atmayı unutmayın❤️