Karlı Sınır 1941, Sovyet Tarafı
(Lev) Otto’yu teslim ettiği geceKar, geceyi yutuyordu. Her şey beyazdı. Sessizlik, çığlık atmadan boğuyordu insanı. Lev, ellerini ovuşturarak çadırın içine girdi. Otto hâlâ derin uykudaydı. Sakin, neredeyse huzurlu.
Yüzü çocuk gibi görünüyordu bu hâliyle. Bir düşman değil, sadece yorgun bir adam.
Lev içini çekti. Uyanmasını istemiyordu. Konuşmasını istemiyordu. Otto’nun gözlerine bir daha bakarsa, bu kararı veremezdi. Zaten karar bile değildi bu. Bir zorunluluktu. Pavlenko’nun emirleri katıydı. “Bir Nazi saklarsan, sen de Nazisin,” demişti. “Birini kurtarmak istiyorsan, kendini feda edeceksin.”
Lev ne kahraman olmak istiyordu ne hain. Sadece bu adamın kanlar içinde donarak ölmesini istememişti. Şimdi, onu uyurken götürmek… belki de yaptığı iyiliğin en az kötülük içeren versiyonuydu.
Çömeldi. Otto’nun paltosunu düzeltti, ayaklarındaki bezleri sıkıca sardı. Çıkardığı eski botları dikkatlice geçirdi. Sonra çadırdan battaniyeyi aldı, yavaşça Otto’nun etrafına sardı. Uyanmadı. Sadece bir kez hafifçe mırıldandı.
“Liesel…”
Lev duraksadı. Gözlerini kapattı. Bir çocuğun adını mırıldanan adamın alnına bir damla ter bıraktı.
“Senin de bir hayatın vardı,” diye düşündü. “Tıpkı benim gibi.”
Dışarı çıkardıktan sonra küçük kızakla sırtını destekledi. Yavaş yavaş tepeye doğru çekmeye başladı Otto’yu. Uyuyordu, sarsıntılara rağmen uyanmıyordu. Belki de bilinç hâlâ kapalıydı. Belki de uyanmak istemiyordu.
Yarım saat sürdü yolculuk. Ayaz iliklerine işledi, ama Lev bir an bile durmadı. Sonunda Alman sınırına yakın, terk edilmiş bir avcı barınağının yanına geldiler. Orası nöbet noktalarının geçtiği bir bölgeydi. Alman devriyesi her sabah oradan geçerdi.
Lev Otto’yu dikkatlice karın üzerine yerleştirdi. Battaniyeyi biraz daha sıkı sardı. Ceplerine ekmek koydu. Ve boynuna küçük bir not iğneledi. Almanca:
"Yaralı asker. Hayatta. Alman. Beni kurtardı. Adı Otto Weiss."
Bir RusSonra birkaç metre geriye çekildi. Düdüğünü çıkardı. Nefesini tuttu. Son bir kez Otto’ya baktı. Gözleri hâlâ kapalıydı. Masumca. Bilmeden.
Lev gözlerini kırpmadan düdüğü üfledi. Uzaktan bir ses yankılandı: “Orada biri var mı?”
Lev hemen geri çekildi. Karların içine gömüldü, tüfeğini sırtladı. Geriye sadece izlerini silmek kalmıştı. Gözleri doldu ama ağlamadı. Onu sabah Alman askerleri bulduğunda, Otto sadece rüzgârın uğultusunu duyacak ve belki o rüyada hâlâ köyde olduğunu sanacaktı.
Ama Lev artık çoktan gitmiş olacaktı.
Otto hiçbir zaman öğrenmeyecekti onu kim taşıdı, kim bağladı, kim notu yazdı.
Ve belki de… bu daha iyiydi.Sovyet Askerî Karargâhı Sorgu Odası, Doğu Cephesi, Aralık 1941
Lev’in botları zemindeki taşlara her bastığında hafif bir yankı yükseliyordu; dar koridor boyunca yürürken her adımı kendi mahkûmiyetine doğru daha da ağırlaşıyordu. Metal kapının önüne geldiğinde, muhafızlardan biri soğuk bir “Dur” emri verdi. Diğeri anahtarı çevirdiğinde çıkan tıkırtı, Lev’in içini delen bir kurşun gibi çınladı.
İçeri adım attığında soğuk hemen üzerine yapıştı. Odada bir soba yoktu; duvarlar çıplaktı, yalnızca masanın üzerindeki lambanın sarımsı ışığı titreyerek yüzeydeki belgelerin gölgelerini uzatıyordu. Karşıda oturan Pavlenko yine oradaydı sabit, bıkmış, ama dikkat kesilmiş gözlerle izliyordu onu.
Lev dimdik durdu. Yüzü ifadesizdi ama elleri arkasında birleştiğinde, parmaklarının birbirine kenetlenişindeki gerginlik her şeyi ele veriyordu.
“Lev Antonov.” Pavlenko’nun sesi tiz bir çakı sesi gibi odayı kesip geçti.
“O gece sınır bölgesindeki Alman’la ilgili anlatacağın bir şey var mı?” sustu.“Lev Antonov. 8. Mekanize Tümeni, Kıdemli Üsteğmen. Onur madalyası, Stalingrad kıdem yıldızı... Kayda değer. Ama şimdi burada bir Naziyi koruduğun için bulunuyorsun.”
Lev, gözlerini kaçırmadan cevap verdi.
“Daha önce söylediğim gibi. Bilinçsizdi. Düşmandı. Kış ortasında tek başına... Donmak üzereydi. Yardım ettim.”Pavlenko başını eğdi, masadaki dosyayı açtı. Kalın dosya. İçinde yalnızca belgeler değil, Lev’in yavaş yavaş ördüğü çürük bir gerçeğin sayfaları vardı. Parmakları sayfalardan birini çekip, tam karşısına koydu.
“Peki bu ne?”
Lev dosyaya baktı. Sararmış bir mektup parçası. Otto’nun el yazısıyla yazılmış, bulanık ama tanınabilir:
"Hayatımı kurtardın. Adını kimseye söylemeyeceğim. Lev."
Arkasında Almanca mühürlü bir belge. Nazi karargâhında bulunmuş.Lev’in dudakları aralandı ama kelime çıkmadı. Yutkundu. Tavanın köşesindeki örümcek ağlarına kaçtı gözleri, sonra geri döndü.
“Ben... O adam bana bir şey yapmadı. Savaşmıyordu. Artık bir tehdit değildi.”
Pavlenko, masasının kenarına doğru eğildi, alttan küçük bir kutu çıkardı. Kutunun içinden eski bir Sovyet çavuş üniforması düğmesi aldı. Yavaşça masaya bıraktı.
“Bu da mı tehdit değil? Otto Weiss hâlâ bulunamadı. Ama senin düğmen cebinden çıktı.”Lev’in çenesi titredi. Bu sefer soğuktan değil. Kendi bedeninin ağırlığı altında ezilen bir itiraftan.
“Dönemedi... Yani...”
Durdu. Cümle içinde yutuldu. Göz bebekleri büyüdü.
“Ben ona yol gösterdim. Sınırı geçebileceğini düşündüm. Ama... belki de yakalandı. Bilmiyorum.”Pavlenko bu sefer kalktı. Etrafında kısa bir daire çizdi. Lev’e arkasını dönmeden konuştu.
“Bir Nazi’yi serbest bırakmak vatana ihanettir. Onu bulamıyoruz. Senin sayesinde belki de cephe gerisine sızdı. Bu, yalnızca bir duygu meselesi değil. Bu stratejik bir tehlike.”
Lev’in sesi artık çaresizleşmişti.
“Bilmiyordum... Geri döneceğini sandım. Yorgundu. Kimsesizdi.”“Ve sen?” Pavlenko döndü, gözlerini Lev’in gözlerinin içine dikti.
“Sen hiç şunu düşündün mü: O Otto, şimdi başka bir cephede, başka bir Sovyet askerini mi vuruyor acaba?”Lev geri adım attı. Hayır, Otto bunu yapmazdı. Yapamazdı. Gözlerinde hâlâ o gece karların içinde oturdukları sessizlik vardı. Ama Pavlenko'nun sesi o sahneyi parçalıyordu.
“Senin merhametin, kaç kişinin mezarına döndü Lev?”
Bir sessizlik. Ardından Pavlenko’nun emri:
“Alın onu. Konuşmaya devam edecek. Ve sonra karar vereceğiz.”
İki muhafız öne çıktı. Lev başını eğdi, ama bir direniş göstermedi. Omzundan tutup sürüklediklerinde ayaklarının yerle temasında bir kırılganlık vardı. Düşünceleri dağınıktı; bir kısmı hâlâ karla örtülü o geceye saplanmıştı. Otto’nun sırtına geçirdiği palto, kendi termosundan uzattığı çay... ve “Bir gün borcumu öderim,” diyen ses.
Ama şimdi o ses bir hayal gibiydi. Gerçeklik, zincirlerin pasında ve sorgu lambasının titrek ışığında yankılanıyordu.

??MD? OKUDU?UN
KURT VE KIZIL BxB
Historical Fiction"Kalp midir insana sev diyen, yoksa yaln?zl?k m?d?r k?rükleyen? sahi nedir sevmek? bir muma ate? olmak m?, yoksa yanan ate?e dokunmak m??" Soviet soldier X Nazi soldier (bxb kurgusudur)