Bu bir delilikti. Ikidir onun kollarında uyanmak bir delilikti. Asıl saçma olan bundan rahatsız olmayışımdı hatta daha da saçması huzur buluyordu içim. Neden?
Normalde uyurken hiçbir zaman rahat uyumazdım ama ne zamanki onun kolları beni sarmalasa olduğum yerden kımıldamadan yatıyordum. İlginç olanı bırak saatleri günlerce öyle kalsam yine de bir gram kımıldamazdım sanki.
Ve şu iki gündür belki de en güzel uykumdu. En derin, en huzurlu, en güzeli ama karar vermiştim düşünmeyecektim. Çünkü yola çıktım çıkalı tek düşündüğüm şey buydu. Yeterdi ama artık.
Sabah kalktığımızda yine kolları arasındaydım ama bu sefer şehzademizin keyfine diyecek yoktu. Yine ona kızdığımda "o zaman gelmeseydin sarılmazdım" gibi bir açıklama dahi yaptı. Çıldırmalık. Ben sana geldiysem sen de arkanı dön yat. Neymiş uyku sersemiymiş, farkında değilmiş. Bu bey oğlu insanı çıldırtırdı.
Neyseki odadan çıktıktan sonra fazla konuşmamıştık. Sultan'a anahtarı teslim etmiş kahvaltı masasında yerimizi almıştık. Bizim alamayacağımızı düşünüyordu sanırım sultan çünkü anahtarı görünce fazlasıyla bir şaşırmıştı. Bütün yemek boyu bizi övmüş durmuştu. Yemekten sonra ise bir harita vermiş ne olursa olsun o sandığı bulmamızı istemişti.
Emiri aldıktan sonra ayrılmak istediğimizi söyledik. Ilk başta diretse de bizim inadımızı geçemedi çünkü haber etmemiz gereken önemli bir konu vardı.
Yol bitmek üzereydi ama benim daha fazla yol gitmeye halim yoktu. Gözüm kararmaya midem bulanmaya başlamıştı. Sebebini az çok tahmin ediyordum.
Yola dün sabah çıkmış akşamı ise biraz dinlenmek için Alaeddin bey çadır kurdurmuştu. Ben de tekrar ona sokulmayım diye aramıza yastık yığını yapmıştım. O da işe yaramış yanında uyanmamıştım.
Yine deli yattığımdan dolayı yorgan üstümden düşmüş bütün gece üstü açık uyanmıştım. Hava da biraz serinlemişti gece. Soğuk kapmıştım büyük ihtimal.
Ama yol boyunca hiçbir şekilde fırsatımı vermemiş halsizliğimi Alaeddin'e belli etmemiştim.
Kayı sarıyına yaklaşınca gözleri beni buldu. Dikleşmeye çalıştım ama anlamış gibi anında kaşları çatıldı. "İyi misin sen?"
"İyiyim iyiyim." İnanmamış gibiydi "Emin misin? Yanakların kızarmış." Elim yanağıma gitti ateşim de çıkıyordu sanırım. Tenim tenime değince daha da bir hissettim ateşi.
"Yoruldum herhalde. Dinlenince bir şey kalmaz." Huzursuzdu ama o istemsizce gözlerini benden çekerken açılan sarayın kapılarından içeri girdi "Yine de ben sana ot kaynatayım."
"Gerek yok sağolasın."
"Gerek varki söylüyorum. Sakın bunda inat etmeyesin." Masum bir şekilde onayladım. Daha da çatıldı kaşları. Alışık değildi onu hemen onyalamama. Bir şey olduğunu biliyordu.
Ben normalde de hasta olduğumu diyebilen bir insan değildim. Kimseye dert yanmaz kendi kendimi iyileştiren sessizce kimseye belli etmeden derdime çare arayan bir insandım. Bi de şimdi bu kadar gideceğim diye inat edip kendimi övüp bu kadar kolay çökünce kendime yediremedim herhalde bilmiyorum.
İçeri girer girmez bizi Bala Hatun karşıladı. Güler yüzü her daim olduğu gibi yine yüzüne yerleşmişti. Samimiyeti gülüşünde saklıydı.
"Hoşgeldiniz çocuklar." Önce Alaeddin indi sonra ise ben. Hafif bir gözüm karardı ama belli etmedim. Anında omzumu dikleştirdim ve zoraki bir gülümseme koydum yüzüme. "Sağolasın ana hoşbulduk." Dedi benden önce Alaeddin.
