|IC3PEAK:Плак|
'you never know how you gonna die,anyway''
†
"Evet hanımlar, bir iki, bir iki üç, bir iki," Ellerimle bacaklarım senkronize bir şekilde açılıp kapanıyorken karşımdaki orta yaşlı ve yaşlı -sarkamacağım kadar yaşlı- hanımlara göz gezdirdim. Her zaman tuhaf bir hayatım olmuştu. Bir sürü sevgilim, tek gecelik ilişkim ve daha birçok entrika. Ancak şuanki durumum sikik bir trajediydi kanımca. Karşımdaki hanımlara parayla egzersiz yaptırıyordum her ay, bu trajedimiz değil. Asıl olayımız ben bunu onlara yaptırırken baş karakterimizin bir şeytan olmasıydı. Hanımlar her ne kadar göremeselerde, ben onu görebiliyordum. Her zamanki küçük kanepede, bacak bacak üzerine atmış beni seyrediyordu. Gözlerim sürekli gergince ona kayıyordu.
"Jeongguk, yavrum nereye bakıyorsun sen?" Min Cha teyze gözleriyle boş görünen ama aslında bir şeytanın tünediği koltuğa delici bakışlar atıyordu. "Ne var bu koltukta." Koltuğun önünde bitip eliyle patpatladı koltuğu. Şeytan, ona ağzını yüzünü büzerek bakıyordu. Bir oraya, bir buraya kıvrılıyordu. Gözlerini deviriyor, yanağına dayadığı ve bastırdığı tırnaklarını saniyelik olarak çekip tekrar yaslıyordu yanağına.
Her zamanki gibi simsiyah görünüyordu. Üzerinde siyah, kuğu tüyü gibi kabarık bir kürk vardı. Saten gömleğinin birkaç düğmesi açıktı ve bembeyaz teni seçiliyordu.
"Min Cha teyze, egzersize devam et lütfen. Bir an koltukta," Kelimeyi bastıra bastıra söyledim. "Böcek," Yavaşça gözlerimi siyah benliğine çevirdim. "Var sandım da. Yokmuş." Kirpiklerinin altından bana baktı. Hızla önüme dönüp bir gülücük kondurdum yüzüme. Bir haftadır böyleydi. Evimde yatıyor, bazen kalkıyor, arada gidiyor ve bir anda geri beliriyordu.
Hyunjin ile ayrılmıştık. Ondan daha da olabilirmiş gibi nefret ediyordum. Sevgilimden ayırmış, evimi ve azıcık da beni kontrol altına almış, canı ne isterse ne yapmıştı birkaç günde. Ondan sikik derecede nefret ediyordum. Beni içten içe öldürüyordu da, ciddi manada.
Gözlerini devirip başını şöyle bir salladı. Parmakları tekrar yanağını buldu. Egzersiz bittiğinde, hanımlar çıkarken aşırı gürültücü davranmışlardı. Kapıya toplu bir şekilde ilerliyorlardı. O ise onlar salondan henüz çıkarken ellerini oraya buraya kaldırıyor, eşyaların yerlerini değiştiriyordu. Salonun kapısından onu izliyordum. Neyseki teyzelerin sırtı dönüktü. Her an görecekler diye kafam bir salonda bir de teyzelerdeydi.
"Ay şalım salonda kaldı." Kafilenin en uç, kapıya yakın tarafından gelen ses ile telaşla çığırdım. "Siz devam edin Min Cha teyze! Ben getireceğim şalınızı," Ancak çok geçti. Önümde çoktan dikilmişti. Ağzını açıp bir şey söyleyecekken gözleri ve dudakları kocaman açıldı. Öylece şaşkın ifadesine bakıyordum ve dudaklarımı dişliyordum. Tescilli bir güzel sıçmıştım. Ona nasıl açıklayacağımı bile bilmiyordum.
Kadın, bir bana bir de salona bakıyordu hızlı hızlı. "J-jeo," Sözünü tamamlayamadı. İşaret parmağı yavaşça havaya kalktı.Yüzünde korkunç bir ifade vardı. Omzumdan ittirip hızla salona girdi. "Seni eşek sıpası! Şalımı nasıl yere atarsın!" Söylediği şey ile endişeyle yumduğum gözlerimi açıp hızla arkamı döndüm. Rahat bir nefes verip bana doğru elindeki şal ile gelen kızgın teyzenin önünde eğildim. "Üzgünüm efendim. Bir anlık,"
"Neyse ki yakışıklısın ve az paraya egzersiz yaptırıyorsun. Yoksa seni tencere tava setimin en derin çeliğinde kaynatırdım, bilesin."
Ev sonunda boşalabildiğinde, derin bir nefes verip kapıya yaslandım. Gözlerimi bi süre yumup kafamı yukarı kaldırdım. "Bu nasıl hayat, iyi ki seni öldürüyorum."
