CRAFTY |Jungkook| ✓

By DiverseSisters

1.3M 99.9K 52.2K

Bangtan'ın geçici menajeri olmakta ne gibi bir sorun çıkabilirdi ki? |Tür: Komedi| Story by Divörz. Başlangı... More

CRAFTY -1-
CRAFTY -2-
CRAFTY -3-
CRAFTY -4-
CRAFTY -5-
CRAFTY -6-
CRAFTY -7-
CRAFTY -8-
CRAFTY -9-
CRAFTY -10-
CRAFTY -11-
CRAFTY -12-
CRAFTY -13-
CRAFTY -14-
CRAFTY -15-
CRAFTY -16-
CRAFTY -17-
CRAFTY -18-
CRAFTY -19-
CRAFTY -20-
CRAFTY -21-
CRAFTY -22-
CRAFTY -23-
CRAFTY -24-
CRAFTY -25-
CRAFTY -26-
CRAFTY -27-
CRAFTY -28-
CRAFTY -29-
CRAFTY -30-
CRAFTY -31-
CRAFTY -32-
CRAFTY -33-
CRAFTY -34-
CRAFTY -35-
CRAFTY -36-
CRAFTY -37-
CRAFTY -39-
CRAFTY -40-
CRAFTY -41-
CRAFTY -42-
CRAFTY -43-
CRAFTY -44-
CRAFTY -45-
CRAFTY -46-
CRAFTY -47-
CRAFTY -48-
CRAFTY -49-
CRAFTY -50-
CRAFTY -51-
CRAFTY -52-
CRAFTY -53-
CRAFTY -54-
CRAFTY -55-
CRAFTY -56-
CRAFTY -57-
CRAFTY -58-
CRAFTY -59-
CRAFTY -60-
CRAFTY -61-
CRAFTY -62-
CRAFTY -63-
CRAFTY -64-
CRAFTY -65-
CRAFTY -66-
CRAFTY -67-
CRAFTY -68-
CRAFTY -69-
CRAFTY -70- |Final|

CRAFTY -38-

21K 1.4K 901
By DiverseSisters




İşte! Yılbaşı özel bölümü! Çok uzun, standartlarımı o kadar zorladım ki... 3bin kelimeyi aşkın, özel bir bölüm oldu. İnanın yarın yazamazsam siz yılbaşına en azından Crafty adına umutlu bir şekilde girin diye uykusuzluktan ölmeme rağmen bölümü bitirdim.

Umarım beğenirsiniz!

Keyifli okumalar! Ve... iyi seneler! Umarım hepiniz musmutlu, umut ve sevgi dolu bir yıl geçirirsiniz!

Medya: Bölüm içindeki Young ve Kookie *kalp*




ÖNCEKİ BÖLÜMDE;

Kapının kuvvetle tıklanmasıyla sözü yarıda kaldı. Jin'in çıktığında kilitlemediğim kapıdan içeri başını uzatan annem, her zamanki gibi suratına bir tutam sinsi ve fırsatçı bir ifade yerleştirmişti.

"Şey, yoldan geçiyordum ve son birkaç kelimeye kualk misafiri olunca dahil olmadan edemedim."

Ona gözlerimi kısarak baktım. Bakışlarım 'yalanın dibi' diye çığlık çığlığa haykırıyordu.

Annem olacak kadın hevesle odaya dalıp kendini maknaenin yattığı yatağın ucuna bıraktı.

"Hani bir şartla demiştin ya Jungkook-ah, benim aklıma işte o şart geldi. Ve ben şahsen çok da seveceğinize eminim." Yan gözle bana soğuk bir bakış fırlattıktan sonra gülümseyerek tekrar maknaeye baktı. "Seveceğine demek istemiştim."






Çocuklardan nefret ederdim. Küçücük boylarıyla etrafta boş boş dolanır ve tüm ilginin üzerlerinde toplanmasını isterlerdi. Hadleri olmayan şeylere karışır, her zaman en çok sevilen olmak için yaşıtlarıyla, kimi zaman büyüleriyle bile yarışa girerlerdi. Bu yarışlarda birinci olmanın yolu tabii ki aegyo'dan geçiyordu. 4'ten 10 yaşına kadar isteklerini yaptırmak için durmaksızın ağlayıp aegyo yapan bücürler benim gibi her an gergin ve öfkeli bir Pa Do Young'ın sinirlerini alt üst ediyorlardı.

Eh, nefretimiz karşılıklıydı elbette. Örneğin çocuklar beni gördüğünde daha ilk bakışta bende doğru gitmeyen bir şeylerin olduğunu anlayıp başta uzakta duruyorlar, ardından ise hipotezlerini sağlamlaştırmak için art arda deney yapıyorlardı. Marketten en pahalı çikolatayı istemek, evcilik oyunlarında baba olmamı teklif etmek, suratımı maymun gibi büzüp germem için edilen ısrarlar bunların başında gelmekteydi. Eğer içlerinden birini reddedersem –ki her zaman reddediyordum- suratıma yanlışlıkla (!) sıçrayan çiş veya önlenemez bir ivmeyle ağzıma doğru hareket eden velet hapşurukları bunun cezası oluyordu.

Ve şimdi sevgili annem ve başlıca koca adayım Jeon Ergen Jungkook, annemin ahjumma arkadaşlarının birinin 2. yaş gününü kutlayan torununun partisine gitmem için çoktan plan yapmışlardı. Oysa ki şimdiye dek mezuniyet dışında katıldığım tek partinin bu bebe günü olacağını kesinlikle bilmiyorlardı. Bunu onlara elbette söyleyemezdim. Maknae tarafından asosyal bir 'noona' olarak karşılanır, annem tarafından ise 'sen benim kızım olamazsın' bakışlarından yerdim. Bunu kesinlikle istemiyordum.

"Ah, hayır." Başımı gülümseyerek iki yana salladım. "Kesinlikle bir bebeğin yaş gününe katılmayacağım. Özellikle Jeon Jungkook'la." Sağ elimle maknaeyi işaret edip anneme döndüm. "Tanrım, anne! O bir idol! Onu nasıl normal insanların bulunduğu bir partiye götürebilirim? Özellikle 2-7 yaş arası kicibelerin bulunduğu bir partiye? Çocuğun yurda dönerken çiş ve 7 yaşındaki kızların kullandığı çilekli parlatıcı kokmasını mı istiyorsun??"

"Çilekli parlatıcı mı?" Jungkook anlamamış bir şekilde kaşlarını çatmıştı. Eh, tabii ondan anlamasını beklemiyordum.

"Busan'daki küçük kızlar onlardan kullanır ve tüm yakışıklı erkek idollere onlarla evcilik oynamalarını söyleyerek yanaklarına masum görünen öpücüklerden bırakırlar. Ve merak edersin diye söylüyorum, kesinlikle baba sen olmuyorsun."

Ona ailenin direğinin ben olduğum altyazısını geçmedim.

"YA!!" diye celallendi annem. "NE VAR İDOLSE? SONUÇTA SEN ONUN MENAJERİSİN VE YANINDA OLACAKSIN."

Ah, tabii bir de o durum vardı. Jeon Jungkook'la yan yana olmak.

Onu kendimden soğutmaya çalışıyordum, şu saniyeden sonra başarılı olamayacağıma kesin gözüyle bakmama rağmen. Ancak eminim ki o maknae beni sadece şirin küçük bir kızla görse bile kalbi küt küt atacak, aklına getirmemesi gereken düşünceler getirecekti. Bunların başında ne kadar iyi bir anne olabileceğim düşüncesi gelecekti, ki bu koca bir yanılgıydı. Benden anneyi bırak sorumsuz bir abla bile olmazdı. Kendimi fazla iyi tanıyordum, değil mi?

"Yanında olurum olmasına ama..." Yan gözle maknaeye baktım. Normal gözüküyordu. "Si Hyuk'un buna izin vereceğinden emin değilim. Sonuçta-"

"Sen o işi bana bırak."

Kendinden emin bir gülümseme.

Hafifçe kısılmış gözler.

Yukarı doğru kıvrılan dudaklar.

Ah, hayır.

Kollarım, vücudumdan bağımsızlıklarını ilan ederken tamamen isteğim dışında göğsümde birleştiler.

"Sana bırakayım?" Dişlerimin arasından konuştum. "Neden sana bırakayım? Sonuçta sen ve Si Hyuk. Alakasız iki insansınız, değil mi anne?"

"Biz... Tabii ki!"

Beceriksizce kaçırılan gözler.

Saklanan avuçlar.

Sıkıca kilitlenen bir çene.

Ah, hayır. X2

Bunun anlamını çok iyi biliyordum. Annem ne zaman başkanla ilgili bir şey söylese ve ben olanları sezinlediğime dair ufak ipuçları bıraksam aynı tepkileri veriyordu. Ve bu, Bang Sensei'nin gün geçtikçe cici babalığıma yaklaşması demekti.

"Anne..." diye mırıldandım. Gözlerim fazla tehditkardı. "Bana yalan söylemiyorsun, değil mi?"

Pekala, konuyu Jeon Jungkook'la gideceğim bebe partisinden saptırdığım ortadaydı. Aslında bunu kasten yapmamıştım ancak şu an kesinlikle şikayetçi sayılmazdım. Sonuçta karar belliydi: o partiye gidilecek, ve o evcilik oyunu oynanacaktı. Çünkü maknaenin sonu gelmez aşk laflarından ve ısrarlı tekliflerinden kurtulmam sadece buna bağlıydı. Evet, Si Hyuk biraz sorun çıkaracaktı. Ancak bu aşamayacağım bir şey değildi. Kalbim yana yana annemin konusunu açtım mı, olay tamamdı. Yapabileceğim bir şey yoktu. O herifi kesinlikle cici babam olarak göremesem de bazen feda etmek gereken şeyler vardı.

Pae Hae Woo panikleyerek ayağa fırladı. Eli ayağına dolaşmıştı ki bu onu fazlasıyla komik gösteriyordu.

"N-NEYSE! UNUTURSAN, YANARSIN!" İşaret parmağını bana doğru salladı."PARTİ 1 OCAK'TA."

1 Ocak.

Kısacası yılbaşından sadece 1 gün sonra.




***




5 yaşındaki bebeklerin doğum günü partileri kadar, yılbaşı partilerinden de nefret ediyordum. Çünkü lanet olası Si Hyuk, her yıl aynı yeri kiralıyor, partide aynı şarkıları çaldırıyor, aynı gösterileri yaptırıyor ve aynı o lanet kostumü giyiyordu.

Evet, kostüm giyiyordu. Hem de kovboy kostümü.

Ona her defasında bunun lanet bir cadılar bayramı olmadığını söylemek istiyordum, fakat o kadar mutlu görünüyordu ki, onu tiksintiyle süzmekten başka hiçbir şey gelmiyordu elimden. Düşünün, benim bile. Ki diğer BigHit personellerini düşünmek dahi istemiyordum.

Bunun üstüne bir de BigHit yılbaşı partisinin her zaman bir fiyaskoyla sonuçlanma olayı vardı. İlla her yıl biri içkiyi fazla –fazladan kastım gerçekten fazla- kaçırır ve sahneye çıkarak gelen geçene sövüp içindekileri dökmeye başlardı. Geçen sene kurban Joo Hee olmuştu. 8eight'in şu sıralar estetik cerrahiye takmış güzeli Si Hyuk'u geç, bana bile sövmüş, diğer gün ise özür dilemek için yanıma gelerek binlerce aegyo sergilemişti. Ona sinirlenmediğimi gayet net hatırlıyordum. Nedenine dair en ufak bir fikrim yoktu, sanırım birinin de benim gibi aklındakileri düşünmeden ve dobra dobra ifade etmesi hoşuma gitmişti.

O gece, hoşuma giden nadir şeylerden biriydi.

Ve şimdi, yine her yılki gibi kiralanan mekana davetlilerin dolmasına sadece 15 dakika vardı. Bu sene diğerlerinden daha iyi bir parti olması dileğiyle –ve tabii ki daha az nefret etmem- ekli uzun saçlarımı omzumda bırakmış, ve annemin isteğiyle neredeyse nefes almamı engelleyecek darlıkta bir elbise giymiştim. Aslında elbiseye dar demek insafsızlıktı. Çünkü strech kumaş resmen derimle birleşmişti ve ben, gecenin sonunda resmen usturayla kazınacak duruma geleceğine emindim.

Bulunduğum kızlar tuvaletinin hafif aralık kısmnda bir an için Si Hyuk'u ve göbeğini gördüm. Daha doğrusu göbeğin Si Hyuk'unu. Çünkü tanrı şahidimdi, gömleğin altında resmen birkaç düğmeyi patlatacakmış gibi duran yağ katmanı, neredeyse başkanın kendisinden daha büyüktü. Nesye ki kendisi kısa süre içerisinde görüş alanımdan çıktı da o lanet kostümü ve kovboy şapkasının midemde yarattığı çalkantılardan kurtulabildim.

Şimdi kızlar tuvaletindeydim. Nedeni sadece ayağımdaki topukluları eski bir spor ayakkabıyla değiştirmek değildi; aynı zamanda Jung Hoseok ve Park Jimin'den saklanmaktı. Sorun şu ki onlara ayarladığım lanet olası yarışma yılbaşı nedeniyle tatildi ve yarışmacılar da dahil tüm jüri üyeleri yurttan ayrılmıştı. Bunun anlamı birkaç dakika sonra Hoseok ve Jimin'in gecemi mahvetmek adına burada olacağıydı.

Annemin 39 numara ayaklarımı yarım saat soğuk suda bekletip zar zor bu 38 numara topukluya girdirmesi... tek kelimeyle zekiceydi. Zekiceydi zekicesine de acısını da ben çekiyordum işte. Adım attığım her an ayaklarımın üstünden koca bir tır geçiyor gibi hissediyordum ki bu kesinlikle iyi değildi. Boş ramen poeştine topukluları tıkıştırıp temizlik dolaplarından birine tıktım. Kesinlikle böyle daha iyiydi. Zaten gecem zehir gibi geçecekti, elbise yüzünden nefes alamayacaktım, bari ayaklarım rahat olsundu.

"Demek öyle, Hyung!"

Kulağıma doğru gelen uzaylının senini anında tanıdım. Öyle ki kulaklarım bir anten gibi yukarı dikildi, gözlerim Bella Cullen'ın vampire dönüştüğü ilk anki gibi keskinleşti.

"Evet," dedi bir ses. Bu Jin'di, kesinlikle gülümsüyordu. "Jimin kızın tekini duvara sıkıştırıp bildiğin öpmüş!!"

Bir an şok içinde öylece kaldım.

Jimin mi demişti onlar, yoksa ben mi yanlış anlamıştım?

Yok yok, kesin yanlış duymuştum. Çünkü bizim haylaz Park Jimin değil bir kızı öpmek, karşı cinsin eline bile dokunamazdı. Yani... sanırım. Benimkine dokunmamıştı mesela.

"Ama nasıl?" Tae kıs kıs gülüyordu. Öyle ki bir an yumulduğum yerden kapıyı ardına dek aralayıp suratına yumruğu geçiresim geldi. "Kız nasıl izin vermiş? Sonuçta onun bize fazla asi ve sinirli olduğunu söylememiş miydi? Ve... egoist?"

"Evet, söyledi. Ama Jimin'i bilirsin, hep böylelerine takar. Aynı benim gibi."

Sonuncu cümleyi beynim algılamamakta ısrarcıydı, onu kırmadım ve konuşmanın geri kalanına odaklandım.

"Sonra ne olmuş peki??" Tae merakla sordu. Cidden, benden fazla dedikodu yaptıklarını söylesem abartmış olur muydum?

"Sonra kız bunu mahvetmiş, Tae-ah. Ve herkese saldırmaya başlamış. Kötü şeyler yapmış sanırım. Ve Jimin ondan soğumaya çalıştığını söylüyor. Becerebiliyor mu orasını bilemem ama zaten her zaman onun yanında gergin hissediyormuş. Kızın garip bir çekim gücü varmış, kendisini resmen kuvvetsizleştiriyormuş."

Park Jimin. Ve kendini bir kızın yanında gergin hissetmek. Rahatsız olmak.

Tae tam da aklımdan geçen soruyu sordu.

"Peki... ne bu kızın adı?"

Jin şöyle bir duraksadı. "Sanırım... Ge Hei. Choi Ge Hei."

İsmin beynimde bir şimşek misali çaktığını hissettim. O iki geveze hala konuşmaya devam ediyorlardı ancak benim umurumda değildi. Öyle ki tezgahın üstünden kaptığım telefonum bir an elimden kayacak gibi olduğunda bile kalbimde bir tekleme yaşandı.

Rehbere girdim ve aylar önce numarasını aldığım kızı aramaya koyuldum.

An...

Baek Chan...

Choi Mun...

Choi Ge Eun...

Choi Ge Na...

Choi Ge Hei!

Numaraya dokunmam için tek bir saniye bile geçmesi gerekmemişti.

Telefonu kulağıma götürüp hayatımda ilk defa sabırla beklemeye başladım. Ve yanıt sadece bir çalıştan sonra geldi.

"Ne var?"

Aynı karakoldaki gibiydi sesi. Sert, kendinden emin ve soğuk. Yani tam benim ruh ikizim gibi. Kabul ediyordum, Jimin başını derde soktuğu o gün ondan pek hoşlanmamıştım çünkü yarışmaya neredeyse geç kalmamızın sebebi oydu. Ancak şu an... onu An'dan bile daha yakın görüyordum kendime.

(Bir zamanlar yayında olan bir Park Jimin ficimiz vardı. Adı geçen Choi Ge Hei asıl kızımızdı. Yeni watty üyelerinin burada kendini biraz Fransız hissetmesi normal.)

"Konuyu uzatmayacağım," diye direkt lafa girdim. Sesimde adeta haykıran bir sevinç ve sinsilik vardı. "Ben Pa Do Young, hatırlamamış olabilirsin ki bu umurumda değil. Birkaç ay önce karakolda karşılaştığımızda sana bir teklif sunmuştum. Jimin'den şikayetçi olmaman kaydıyla kazanacağın Bangtan'la bir akşam yemeği teklifi." Duraksadım. "Onu, Park Jimin'le yılbaşı partisiyle değiştirmek ister misin?"

Ge Hei, aynı tek düzelikte yanıt verdi.

"Park Jimin mi dedin sen? Tanrım, o idol bozuntusu bana uzak, tanrıya yakın olsun lütfen! Hayır, asla!"

Şöyle bir düşündüm. Eğer izlenimlerimde, ve Jin'den duyduklarımda yanılmıyorsam bu kız dünya üzerindeki Pa Do Young'a en yakın insan olabilirdi. Bu nedenle normal şartlarda beni de cezbedecek bir teklif sunmam gerekiyordu. Gerçi bana kıyasla oldukça küstah olduğu bir gerçekti ancak ne fark ederdi ki?

"Hemen hayır deme," diye mırıldandım. Bir yandan da söylediklerim devlet meselesiymiş gibi sesimi alçaltmıştım. "Jimin'in şu sıralar senden pek hoşlanmadığını işittim. Ve eğer bu gece partiye gelirsen, onun bu özel yılbaşı gecesini mahvedeceksin. Senin yerinde olsaydım bu teklifin üstüne hemen atlardım."

Ge Hei kısa bir süre düşündü.

"Mantıklı. Peki, bundan senin çıkarın ne?"

Dürüst davrandım.

"Jimin'in benim gecemi mahvedememesi. Kesinlikle büyük bir şey değil. E tabii bir de," Yavaşça ekledim. "Şu yemek borcunu da artık kapatmak gerek."

"Geliyorum," diye cevap verdi. "Adresi mesaj atarsın."

Kulağıma bip bip sesinin dolması hiç de uzun sürmemişti. Choi Ge Hei cevap vermeme veya onu onaylamama müsaade etmeden telefonu suratıma kapatmış ve gereksiz bir sohbete girişmemizi engellemişti.

Kısacası... bu kızı cidden sevmiştim. Ancak gıcık olmadığım da söylenemezdi. Garipti.

Telefon ekranın tık sesi eşliğinde kapatıp hızla tuvaletten çıktım. Dışarısı personel kaynıyordu. BigHit'teki çalışanlar ve davet ettikleri 2şer kişiden çoğu gelmişti. Aslında partide çok insan olmasının Bang Sensei'nin hoşuna gideceğinden emindim, fakat sorun şu ki benim gitmiyordu. Özellikle gelen geçenin tip tip bana baktığını hesaba katarsak.

Birkaç gereksiz insana gözlerimi kısarak karşılık verdikten sonra Bangtan'ın tam kadro kovuşlandığı bar masasına doğru ilerledim. Hepsinin elinde birer bira bardağı vardı. Fakat elbette benim ilk müdahele ettiğim Jeon Jungkook oldu. Öyle ki elindekini hiçbir şey olmamış gibi alıp barmene geri uzattığımda şaşkınlıkla bakakaldı.

"Üzgünüm," dedim. "18 yaşına basmış olabilirsin ama bugün sana içki almak yasak." Yan gözle geri kalan üyelere baktım. "Size gelince, sarhoş olmadığınız ve zehirlenmediğiniz sürece istediğiniz şeyi yiyip içebilirsiniz. Ancak hele bi sahneye çıkıp bana sövün... O zaman tüm 2016 boyunca benden çekeceğiniz var demektir."

Üyelerin hepsi hafif bir gülümseyiş eşlerinde başlarını salladılar. Elebette Jungkook hariç.

"Annemiz değilsin," diye mırıldandı. Bir gıdım öfkeli göründüğünü söyleyebilirdim.

"Tabii ki öyleyim," dedim mesajımı almasını umarak. "Ben sizin menajer annenizim."

Konuşmayı daha fazla uzatmayı düşünmüyordum, çünkü Jeon Jungkook her an tam anlamıyla gerçekleşmeyen anlaşmayı bozup konuşulmaması gereken konuları açabilirdi.

Bana sinirle bakmasını görmezden gelerek barmene kaş göz işaretiyle ona içki vermemesini tembihledim. Umarım anlatabilmiştim yoksa maknae kör kütük sarhoş olup aramızda gerçekleşen o kötü anıları yüzlerce kişinin önünde bağıra çağıra anlatarak beni ve kendini rezil eder, ve genç barmen de tek bir sözle işinden kovularak idol olmak için bir yerlerini yırtan gençler kafilesinin daimi bir üyesi olurdu. Sanırım bunu ikimiz de istemezdik.

"NOONA!!!"

Yüksek perdeden kıkırtı ve kahkahalarla arkadan ve yandan bana sarılan iki çift kol bıkkınlıkla oflamama neden oldu. İşte, iki velet de nihayet geldiğine göre Bangtan tamamdı. Artık hayatımı altüst etmelerine kaldıkları yerden devam edebilirlerdi.

"SENİ ÇOK ÖZLEDİK NOONA!!"

Ve ayrı kaldığımız her süre zarfı sonunda duyduğum aynı cümle. Önceden onlara inanmıyordum. Şimdi ise zerre kadar inanmıyordum.

Gözlerimi hızla devirdikten sonra gelenlerin sayısı arttığından açılan İngilizce müzik eşliğinde çemkirdim.

"YA!! KİMİ KANDIRIYORSUNUZ SİZ, VELETLER!!!" Kollarınden ite kata kurtulduktan sonra ikisinin de o kalın kafalarına birer fiske indirdim. "YALAN SÖYLEMEK AYIPTIR, AYIP! BİRAZ TERBİYELİ OLUN DA BÖYLE YALANLARA BAŞVURMAK ZORUNDA KALMAYIN!!"

Tüm üyeler, hatta barmen bile sustu ve 2 saniye boyunca ben onlara, onlar bana boş boş baktı. Diğer bir saniye ise hepimiz kıkırdıyorduk.

"Sanırım bu geçireceğimiz en iyi yılbaşı olacak," dedi Yoongi. "Demek istediğim, seninle olacağız."

Gözlerim koca bir bebeğinki gibi büyüdü ve normal şartlarda benden çıkmayacağına emin olacağım o aegyo eşliğinde kelimeler dudaklarımdan döküldü.

"Cidden öyle mi düşünüyorsun??"

Aptalın tekiydim. Üyeler şimdi az öncekinden de fena bir şekilde gülüyorlardı ve ben ne kadar içki içersem içeyim bu yaptığım rezilliği hatırlayacağımı adım gibi biliyordum.

"TANRIM!" diyerek karnını tuttu Tae. "YOUNG NOONA VE AEGYO YAPMAK!! BİR YAŞIMA DAHA GİRDİM!"

"YA!! UZAYLI!!" Kollarımı şiddetle göğsümde birleştirip kaşlarımı çattım. "NE VAR, HİÇ Mİ AEGYO YAPAMAM SANKİ? ÇOK MU ANORMAL??"

"Evet," dedi Namjoon. "Çünkü sen Pa Do Young'sın. Her an somurtursun ve bir gün içerisinde güldüğün an sayısı 0,2 bile değil."

Gözlerimi kısarak ona baktım.

Omuz silkti. "Matematiği kötü olan anlayamaz."

Pekala, bunu bir hakaret olarak almıyordum çünkü matematiğimin hiçbir zaman iyi olmadığı bir sır değildi. Ortaokulda da lisede de hep kılpayı geçerdim ve o da bana yeterdi. Gözüm aynı şu anki gibi hiç yükseklerde olmamıştı. Ne erkeklerde, ne notlarda.

"Park Jimin."

Bakışlar, hemen sağımdan yükselen soğuk sesin sahibine çevrildi.

Genç ve fazlasıyla güzel –bu benden de güzel anlamına geliyordu- bir kız ayakta umursamazca dikilerek Jimin'e bakıyordu. Üstünde kusursuz fiziğini benim elbisemden bile çok daha iyi belli eden bir etek ve büstiyer vardı. Benim aksime, yüksek topuklularının üstünde gayet rahat görünüyordu.

Jimin'in suratında saniyelik bir duygu değişimi oldu. Başta şaşkınlık, ardından öfke.

"Ge Hei." Diye gereğeğinden yüksek sesle konuşarak olduğu yerde sırtını dikleştirdi. "Neden buradasın?"

Tanrım, bu bizim Park Jimin miydi? Hani şu her an gülümseyerek yanlara doğru geniş gözleri tek çizgi halini alan ve fazlasıyla budala görünen? Çünkü şu an karşımdaki tam anlamıyla farklı bir insandı. Kendine güvenli, erkeksi ve en önemlisi kesinlikle az önce benden dayak yemiş gibi değil.

Ge Hei, dudaklarında hafif bir gülümseme eşliğinde bana baktı. "Young unni çağırdı. Çok yakın arkadaş olduğumuzu bilmiyor muydun yoksa?"

Şu an, tanrıya tek bir sorum vardı:

BU KIZI NEDEN DAHA ÖNCE KARŞIMA ÇIKARMAMIŞTI Kİ?!!

Jimin'in beti benzi attı. Bembeyaz suratı bir saniye içinde kırmızıya, iki saniye içinde ise mora çaldı. Ve bunda en iyisi de benim de payımın olmasıydı.

"Hem de çok çok yakın," diye onayladım onu. "O kadar yakın ki aynı anaokulunda okumuşuz. Hatta inanmayacaksınız ama sütannemiz bile aynıymış. Hatta normalde taşıyıcı annelerimiz de aynı olacakmış ama son anda-"

Fazlasıyla öfkeli bir adet Park Jimin, bu kadar kuvvetli olduğundan habersiz olduğum ellerini bileğime yapıştırarak beni üyelerden, ve elbette Ge Hei'den uzaklaştırdı. Ona karşı çıkmaya çalıştım, tanrıya yeminim olsun ki yaptım bunu ama nasıl bu kadar güçlü olabilirdi? Bileğimi ondan var gücümle kurtarmaya çalışmama rağmen milim yerinden kıpırdatamıyordum. Peki ben onun gerçekten bu kadar kaslı olduğunu nasıl daha önce fark edememiştim? Ve daha önemlisi, resmen çocuğun beynindeki nöronların yarısını hasar vermekten öldürürken neden aynı bu tepkiyi vermemişti?

Yüzlerce insanın arasından geçtikten sonra nihayet tuvaletlerin bulunduğu koridorda durdu ve beni sırtım duvara geçecek şekilde sertçe ittirdi.

"Y-Ya, Park Jim-" diyecek oldum ancak beni adeta kükremesiyle durdurdu.

"SEN NE BOK YEDİĞİNİ SANIYORSUN?!!"

Bu, Jimin'in yanımda ilk argo kullanışıydı.

Ne diyeceğimi bilemeyecek şekilde öylece kaldım. Gözlerim korkuyla büyümüştü ve sağ elimin ciddi anlamda titrediğini hissediyordum.

"Ben-"

"SANA NE BOK YEMEYE ÇALIŞTIĞINI SORDUM!!"

Birkaç dakika önce partinin resmi olarak başladığına dua ettim. Aksi taktirde müzik şu an Jimin'in lanet olası kükremelerini örtemeyecek ve tüm davetlilerin salona toplanmasına neden olacaktı.

"B-Bu kadar öfkelenmene gerek-"

Yine sözümü kesti.

"DEMEK BU KADAR ÖFKELENMEME GEREK YOK!! SEN NE BİLİYORSUN Kİ GE HEI HAKKINDA?!! ONU NE KADAR TANIYORSUN Kİ?!" Kesik bir nefes alıp beceriksizce taklitimi yaptı. "Biz çok yakın arkadaşız. Sütannelerimiz bile aynı." Ardından kaldığı yerden devam etti. "SEN BENİ SALAK MI SANIYORSUN, YOUNG? HEP AŞAĞILAMALARINA KATLANDIM DİYE BEYİNSİZ BİR EZİK OLDUĞUMU MU DÜŞÜNÜYORSUN?!!"

Dilim, tam anlamıyla tutulmuştu. Konuşmak, tek bir kelime etmek istiyordum ancak beni tekrar öfkeyle haykırarak susturacağını biliyordum.

"ONDAN UZAKLAŞMAK İÇİN YEMEDİĞİM HALT KALMAMIŞKEN NASIL ONU PARTİYE ÇAĞIRABİLİRSİN?!!"

"Jimin-"

Sözümü kesti. Yine.

"TÜM DÜNYANIN SENİN ETRAFINDA SANIYORSUN, DEĞİL Mİ?! AMA HAYIR, HER ŞEY SENİN ETRAFINDA DÖNMÜYOR!! BUNDAN NE KADAR HOŞLANMASAN DA BENİM DE BİR HAYATIM VAR! VE SEN HER DEFASINA İÇİNE SIÇMAYI BAŞARIYORSUN!!"

Tamam, her şeyi bekliyordum ancak bunu beklemiyordum. Onun hayatına sıçmak mı? Hadi ama, her şeyi yapıyor olabilirdim ancak bunu hayır. Tam tersi, o ve arkadaşları benim hayatıma edenlerdi.

"Kes şunu, Jimin."

Jeon Jungkook bir anda yanımızda belirdi. Sakindi. Fazla sakindi. Öyle ki az önceki öfkesinden eser kalmamıştı. Hepsi Jimin'e ışınlanmış gibiydi.

"JUNGKOOK," diye isyan etti Jimin. "NE YAPTIĞINI GÖRMÜYOR MUSUN?!!"

Hayır. En azından ben ne yaptığımı görmüyordum. Sadece Ge Hei'yi çağırarak Jimin'in gecesini mahvetmeye çalışmıştım. Ancak daha 2016'ya 2 saat varken mahvolan, benim gecem olmuştu.

"Young hiçbir şey yapmadı, hyung." Diye mırıldandı Jungkook ve onu iyice sakinleştirmek için aramıza girdi. Şimdi gördüğüm tek şey, maknaenin geniş sırtıydı. "Senin bu kadar etkileneceğini bilemezdi. Kimse bilemezdi. Kabul etmelisin ki, biraz fazla tepki veriyorsun."

Jimin'in sakin ses tonundan gevşediğini, uysallaştığını anladım.

"Ama-"

Bu sefer Jungkook onun sözünü kesti.

"Aması yok, hyung. Lütfen. Şimdi gider misin?"

Jimin ondan hiç de beklemediğim bir şekilde maknaenin sözünü dinledi ve bana yan gözle baktığını hissettiğim halde bakışlarını çevirmeyerek geri geri yürüdükten sonra kalabalığın arasında gözden kayboldu.

Şimdi, Jungkook yüzünü bana dönmüştü. Ancak ben ona bakamıyordum. Dolmuş gözlerim spor ayakkabılarıma sabit bir şekilde hala titreyen sağ elimi sol elimle durdurmaya çalışıyordum. Ancak başarılı olduğum söylenemezdi.

"İyi misin?" diye fısıldadı Jungkook. Sesi kısık ve buğuluydu. Müzikten dolayı zar zor duyuyordum onu.

"Hayır," diye yanıtladım onu. Gerçekten kötü durumdaydım. Çığlık çığlığa haykırarak ağlamak istiyordum ancak o yanımda olduğu sürece bunu yapamayacaktım.

"Young-" Titreyen elimi avuçları arasına almaya kalktığında sağa kayarak ondan uzaklaştım.

"Yapma. Sadece git, tamam mı? Yalnız kalmak istiyorum, maknae."

Ve tek kelime etmesine izin vermeden kendimi kadınlar tuvaletine kilitleyiverdim. Oldukça aptalca bir hareket olduğunun farkındaydım. Ancak elimde değildi. Şu an kimseyi görmek istemiyordum. Kendimi o kadar beceriksiz, değersiz ve aptal hissediyordum ki gözlerimde biriken yaşlar her geçen saniye iki katına çıkıyordu.

"Gitmeyeceğim," diye mırıldandı kapının ardından ve yere çöktüğünü hissettim. "Sen orada kaldığın sürece, ben de burada kalacağım."

Gözyaşlarım teker teker akarken onu umursamadım bile, sadece elimden geldiğince sessiz bir biçimde ağladım. İşte yeni yıla böyle girdik.

O kapının ardında, ben kapının diğer ardında.

Ben ağlıyorum, o benim hıçkırıklarımı dinliyor.

Her şey yaklaşık bir hafta öncesine benziyordu. Aynı onun gibi ben de kendimi tuvalete kilitlemiştim ve bir yakınım ölmüşçesine şiddetle ağlıyordum. Onun gibi acı çekiyor ve içten içe avutulmayı bekliyordum. Tek fark, Jeon Jungkook'un diğer herkesi boşverip arasında koca bir kapı olan beni yalnız bırakmamasıydı.

Ben, o ağlerken umursamamıştım bile.

Fakat şimdi o, benimle birlikte ağlıyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

345K 21.9K 45
Eda en yakın arkadaşı Sena'ya mesaj atmak isterken kendini ünlü futbolcuya mesaj atarken bulur. Kime yazdığının farkında değildir üstelik. Siz: Geriz...
21.6K 1.2K 61
Ben Jeon Jungkook. Bu kadarı bile sizin için fazla. [Katil sıralamasında 1.] 18.11.2023 [Army sıralamasında 1.] 02.02.2024 [Zanlı sıralamasında 1.] 2...
113K 5.6K 30
"Nam joon, neren ağrıyor?" Diye sordum elimde lifi hafifçe kanlı derisine ovalarken. "Burası" Dedi ve eliyle sol göğüsünü gösterdi, yani kalbinin...
34.7K 2.8K 27
Kaliforniya'da yaşayan Kim Nari, ablası Kim Nora'nın evlilik haberiyle Kore'ye geri döner. Sadece düğüne katılıp hemen evine dönmeyi tasarlarken abla...