Derin bir nefes verdim. Sahnedeki sandalyeye oturup Seo hocanın elindeki kağıtları karıştırmasını izledim, geleli anca 2 saat oluyordu ve prova çoktan bitmişti ama yine de Taehyun'un yanında geçirdiğim her dakika bana bir ömür gibi geliyordu, boğuluyordum resmen.
Geçen yaşananlardan dolayı zaten gergindim ve oynadığımız oyun da buna bağlı olarak beni daha da kasıyordu. Herhangi bir erkekle oynamakta sorunum yoktu, sıkıntı Taehyun'du.
Varlığı zaten benim için yeterince bir problemken prova sırasında mola vermemiz gerektiğinde bile üstümden bir saniye bile ayrılmayan bakışları yüzünden kendimi yok etmek istiyordum.
"Çocuklar yarım saat mola, sonrasında birkaç şey konuşacağız bırakacağım sizi."
Kafamı sallayıp yanımdaki telefondan bildirimlerimi kontrol ettim. Yeonjun grupta sayamadığım kadar mesajla Soobin'i anlatıyordu, annemin attığı mesaja bakıp cevap verdim. Sınıf grubundsn gelen mesajlara da göz gezdirirken önüme düşen mesaja baktım. Bu çocuk yanımdayken ne diye mesaj atıyordu ki?
Kafamı çevirip ne yaptığını soracakken çoktan ortadan kaybolduğunu gördüm.
taehyun: makyaj odasına gel
beomgyu: ??
bari bir molamız var bırak da sensiz geçireyim onu
taehyun: 10 dakika beomgyu
bekliyorum
beomgyu: ruh hastası manyak
Ayağa kalkıp telefonu cebime attım, Seo hocanın çoktan seyirci koltuklarında telefonla konuştuğunu gördüğüm için ona gittiğimi ifade ederek içimdeki gergin hisle odaya vardım.
Her zamanki gibi tekli koltuğa kurulmuştu bende yine yerimi alıp, karşısındaki masaya yaslandım.
"Ne diye çağırdın beni yine? Kısa tutsan iyi edersin hiç seninle uğraşacak modumda değilim bugün."
"Arkadaşımın halini hatrını merak edemez miyim? Aşk olsun Beomgyu."
Yerinden kalkıp karşımda dikildi, sözleri o kadar samimiyetsizdi ki gülmemi bastıramadım.
"Şimdi de prova dışı oyunculuğa mı başladın?"
"İlgilenene diyelim."
Bedenlerimizi yakınlaştırırken adımını küçük atıyordu ama aramızdaki mesafe her bir adım azaldığınds nefesimin gittikçe daraldığını hissedebiliyordum. Bedenlerimizi birleştirdiğinde neye uğradığımı şaşırdım. O üstümden eğilip duvarda yan yana duran düğmelerden birine basıp odayı kaplayan bütün ışığı söndürdü. Bir eli dengesini kaybetmemek için yaslandığım masaya tutunuyordu ve resmen kollarının arasında hapsolmuş durumdaydım. Ellerim tutunduğum masayı sıkmaktan başka hiçbir işe yaramıyor gibiydi. Diğerine basıp masaya ait aynanın soluk sarı ışığını açtı. Şimdi ışık sadece yüzlerimize vuruyordu. O üstümden kalkarken rahat bir nefes verdim.
Geri çekildiğinde diğer elini de masaya yaslayıp gözlerimizi birleştirdi. Kızıp yakınmak istiyordum ama her ne olduysa kelimelerim boğazıma dizilmiş gibiydi. Ses çıkaracak halim bile yoktu.
"Ne oldu dilin mi tutuldu birden?"
Yakınımda olduğu yetmiyormuş gibi konuşurken nefesinin dudağıma çarpması kafamda bütün alarmların çalmasına sebep oluyordu. Vücudum benden bağımsız çok fazla şey yapmak istiyordu ve kendimi tutmakta zorlanmaya başlamıştım. Daha fazla bakmamak için başımı eğip gözlerimi birbirine değen botlarımıza diktim.
"Kaldır kafanı."
Sesi nasıl aynı zamanda hem yumuşak ve hem de bu kadar otoriter çıkıyordu bilmiyordum. Tek bildiğim benimle elindeki bir oyuncakla oynar gibi oynadığıydı. Kafamı kaldırdım fakat ona bakmamaya devam ettim, bakarsam gözlerimi çekemeyecektim.
"Beomgyu bana bakar mısın?"
Yine yapıyordu, eskisine nazaran daha hafifçe çenemi kavrayıp kendisine çevirdi. Bu şekilde söylerse istediği her yeri yapabilmekten korktum. Sözlerimin ve düşündüklerimin tam tersi şekilde davrandığımın farkındaydım. Arkadaşlarım şimdiki halimi görse(ki zaten biri çoktan şahit olmuştu.) büyük ihtimalle benimle ölene kadar dalga geçerlerdi ama yine de içimdeki bir şey düşündüklerimi engelliyordu.
Taehyunun bakışları yüzümü gezerken gerildikçe gerildiğimi hissettim.
"Konuşmak için çağırdın sanıyordum."
Sesimdeki titremeye ksrşı koysmadım, büyük ihtimalle rezil duruyordum. O da fark etmiş olacak ki söylediğime gülerken derin bir nefes almaya çalıştım.
"Konuşmaya mecalin kaldıysa konuş."
Üstümdeki etkisinin çok iyi farkındaydı, eli hala çenemdeyken ve gözleri dudaklarımı esir almışken beni ne hale soktuğunu biliyordu. Olmaması gereken şeyler düşündürdüğünü görebiliyordu ve bu sinirimi fazla bozuyordu. Tek bir bakışla ne düşündüğümü anlıyordu sanki.
Kendimi çok fazla durdurmaya çalıştım, içimdeki dürtüyü görmezden gelmeye çalıştım ama hiçbiri yüzünü kavrayıp dudaklarına atlamamı engelleyememişti.
Elleri çoktan belimdeki yerini bulmuştu. Başlatan ben olmama rağmen panikten ne yapacağımı bilemediğim için kollarımı boynuna sardım. Masadan ayırdığım bedenimi sert sayılabilecek şekilde geri ittirdi ve tamamen bana odaklanmışken daha da üstüme eğildi. Bütün hıncımızı ve sinirimizi birbirimizden çıkarır gibi öpüyorduk ama yine de zevk veriyordu. Taehyun bana nasıl davranmasını bilecek kadar iyi tanıyordu beni.
İşin içine dilini de kattığında ağzımdan benden bağımsız kaçan mırıltıların farkında değildim. Beni öperken sırıttığını fark edebiliyordum ve bu boynuna sarılıp bedenlerimizi zaten olduğundan daha da yakınlaştırma isteğimi tetikliyordu. Nefesimin kesilmeye başladığını anladığımda istemesem de dudaklarımızı ayırdım. Ben kendimi sakinleştirmeye çalışırken o alınlarımızı yaslamış, dudağımın kenarına hızlı bir öpücük kondurmuştu. Ellerimi yavaşça boynundan çektim. Onunkiler hala belimde yerini koruyordu.
"Seni sevmiyorum."
Söylediği şeyle güldüm, en azından bunun farkındaydı.
"Bende." diyebildim sadece. Sanki bütün konuşma yetimi kaybetmiş gibiydim.
"Ama seni öpmeyi sevdim."
Yanağımı öpüp alnımdan ayrıldı ve yüzlerimizi hizaladı. Sanırım fark etmeden saçlarıyla çok fazla oynamıştım çünkü çoktan kabarmışlardı. Gözüm kırmızı ve şiş kalmış dudaklarına takılı kaldı.
"Ve sanırım sende beni öpmeyi sevdin."
Yine gülüyordu, fakat bu sefer benle alay eder gibi bir hali yoktu. Ben ne durumdaysam o da aynı durumdaydı çünkü, ikimiz de dağılmıştık ve içeride bizi bekleyen bir öğretmen vardı.
"Seni öpmeyi sevdiğim için senden nefret ediyorum. "
"Benden nefret ederken de beni öpebilirsin."
"Sınıf arkadaşımla gizli gizli öpüşüp çıkar ilişkisi çevirmemi mi bekliyorsun? Lise dramalarında değiliz Taehyun."
Ben ayrılmaya çalıştığımda belimi daha sıkı tuttu. Sanki beni oraya sabitlemek istiyordu.
"Şöyle düşün, zevk alırken aynı zamanda nefret edip dövebileceğimiz birisi de olacak? Bence gayet mantıklı. 21. Yüzyılda insanlar işlerini nasıl hallediyor sanıyorsun sen"
Gerçekten beni ikna etmeye çalışmasına güldüm. Küçük bir çocuk gibiydi şu an.
"Düşünürüz tamam, bırak artık beni Seo hoca bizi bekliyor."
Belimden ellerini çekerken dudaklarını büzdü, ayrıldığımız an kendimi olabildiğince uzağa attım. Biraz daha yakınımda kalırsa bugün bu odadan çıkamayacaktık.
"Üzgün numarası yapma şimdi bana. Ayrıca önce şu saçını hallet."
Kapıdan çıkarken gülerek söylendim. Başım fena halde dertteydi.
